“İlkeler ve değerler siyaseti” üzerinden oy devşirmek ve iktidara sahip olmak birçok ülkede geçerli ve etkili bir yol değildir. Siyasette ekipçilik ve çıkar ilişkileri dün olduğu gibi bugün de revaçta tutulmaktadır. Halktan manipülasyon, yani hileli yönlendirme ile gerçekler saklanmaktadır. Halk, bir dava peşinde koştuğuna ve ülkede her şeyin iyi gittiğine inandırılmaktadır.
Ülkeyi yönetenler veya yönetmeye talip olanlar her zaman halka gerçekleri söylemezler. Toplum gerçekler yerine, hoşuna giden ve kendisine umut aşılayan söylemlerden ve eylemlerden hoşlanmaktadır. Parti liderlerinin seçim günü yaklaştıkça vaatlerinin havada uçuşması o nedenledir.
Churchill İkinci Dünya Savaşı’na girerken halka kan ve gözyaşı vaat ettiğini söylemişti ama “ülkesine savaş kazandıran başbakan olarak” girdiği ilk seçimi kaybetti.
İktidar, soğan fiyatının sembolize ettiği hayat pahalılığı problemine ilişkin şikâyetleri küçümseyerek “Biz TOGG yapıyoruz, siz soğandan bahsediyorsunuz” diye kızıyor. İstiyorlar ki, hayat pahalılığı, yolsuzluklar ve özgürlük alanlarının daraltılması konuşulmasın. O kadar şaşkınlar ki; kızgınlıklarından dolayı da “Merak etmeyin, bu sorunu çözeceğiz, yakında soğanı ucuza yiyeceksiniz” gibi klişe bir laf söylemeyi bile akıl edemiyorlar. Ne istiyorlar? Yapılanlar ve içi boş vaatler alkışlansın: Şak… Şak… Şak! Sorgulamayan, araştırmayan ve körü körüne inanan toplumlarda; halk, hamasi nutukları seviyor. Liderlerin söyledikleri yalan da olsa alkışlanıyor.
Türkiye’de halkı kandırmanın ve etkilemenin en kolay yollarından birisi de din istismarıdır.
Geniş halk kitlelerinin beğeni ile takip ettiği ve oy vermediği, dürüst bir siyasetçi olan Osman Bölükbaşı; ” Bütün sektörleri inceledim, en karlı sektörün, din ticareti olduğunu gördüm” der. Ünlü yazar Aziz Nesin: ” Dünyadaki en karlı ticaret din tüccarlığıdır. Sermayesi yalan, müşterisi cahildir!” demiştir. O zaman hepimiz tepki gösterdik! Lakin zaman rahmetli Nesin’i haklı çıkardı. Ekonomik ve kültürel olarak gelişmiş bölgelerde AKP’nin oy oranının düşüklüğü bu bağlamda değerlendirilebilir.
Yunus Emre’nin dediği gibi; “Emeksiz zengin olanın, kitapsız bilgin olanın, sermayesi din olanın rehberi şeytan olmuştur.” AKP iktidarının emeksiz zengini, bir bilimsel makalesi bile olmayan bilim insanları, sermayesi din olan tarikat ve cemaatleri bolca bulunmaktadır.
Yıllardır din istismarı ve yalancı cennet vaadi ile toplum kandırıldı. Ve AKP iktidarı, bu ülkeyi yaşanamaz ve yönetilemez hale getirdi. Kendileri saraylarda ve köşklerde yaşayanların; halka sabır ve şükür telkin etmesi ya da uçuk projeler açıklaması, bir şey ifade etmemektedir. Hiçbir hükümetin halkın gündelik hayatındaki sıkıntıları küçümseme lüksü yoktur. Demirel’in hep tekrarlanan, “Tencerenin deviremeyeceği iktidar yoktur” sözünü çok iyi anlamak gerekir. Mutfakta yangın var. “Benim mutfağımda yangın varsa, ülkede daha büyük boyutta yangın vardır” diye düşünen vatandaş, “İslam dünyasının lideri olacağız, Kudüs’ü kurtaracağız, Ay’a çıkıyoruz, uzaya gidiyoruz…” laflarının peşine takılıp gitmemelidir. İçi boş siyaset karın doyurmuyor!
Ülkeyi yöneten siyasi aktörler ne yapmaktadır? Siyaset kişisel güdülerin, tutkuların, egoların tatmini ve bireysel beklentilerin aracı haline getirilince; zaman ve mekân itibarıyla söylem ve eylemlerde tutarsızlıklar ve çelişkileri yaşanmaktadır. Yolsuzluklar, yoksulluk ve yasaklar dile getirilince teğet geçilmekte… Vatan, millet, hizmet söylemiyle politika yapılmaktadır. İlkesizlik etik değerlere de yansıyınca kişisel övünmeler, gösteriler, karalamalar, olayları saptırmalar olağanlaşmaktadır.
Özgürlük ve kalkınma vaadi ile 21 yıl önce iktidara gelen iktidarın, bugün ‘Özgürlük karın doyurmuyor’ noktasına gelmesi ve otoriter kalkınma modeline bel bağlaması ülkemiz açısından bir talihsizliktir. Açıkça ifade ediyorum ki; demokrasi ile kalkınma arasında doğrusal bir ilişki vardır. Yani demokrasi, hukuk ve özgürlük karın doyurur. Bunlar olursa ülkeye güven gelir. Güvenin olduğu yerde yatırımcı gelir ve üretim artar. Üretimin arttığı yerde de ticaret canlanır, halk refah içerisinde huzurlu yaşar.
“Bakın artık yerli arabamız, İHA’larımız da var, dünyanın en büyük hava limanını yaptık, şimdi sıra Kanal İstanbul’da” gibi benzeri bir eda ile otoriter kalkınma modeline bel bağlanması doğru bir yaklaşım değildir. Zira şimdiye kadar yapılan yatırımlar yaratıcılık ve yenilikten ziyade, yatırım ve teknoloji transferinden kaynaklanan bir büyümedir. Ve dışa bağımlıdır.
Her şeyi “dış güçlere” bağlamanın yanlış olduğunu ve sorumluluktan kaçmanın bir yöntemi olduğunu bilen biri olarak; siyasette emperyalist devletlerin sızıntısının hiçbir zaman olmadığını söylemem de mümkün değildir. Bu bir komplo teorisi değil yaşanan gerçektir.
Emperyalist güçlerin en etkili kozu, hedef ülkelerde bazı hareketleri yozlaştırmak ve yönlendirmek suretiyle kendi kuklalarını her parti içerisinde etkili yerlere getirmektir. Bunun hazırlıkları yıllarca sürdürürler ve bir başarı hikâyesi yazdırarak istedikleri makamlara getirirler.
“Ülkemizdeki olayları analiz ederken, bağımsızlık savaşı sırasındaki iç isyanları ve kalıntılarını, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’yle (BOP) bağlantılı F. Gülen (FETÖ)olayını göz ardı etmemek gerekir. Örneğin İngilizler, Milli Mücadele’yi baltalamak din motifli ayaklanmaları desteklemiş, Ankara Hükümeti Garp Cephesi’nden daha çok iç isyanlarla uğraşmak zorunda kalmıştır.
Kendi kendine yeten ender ülkelerden biri iken, bugün dışa bağımlı hale geldik. “Ukrayna’dan buğday gelecek, yolu açıldı” diye sevinme noktasına getirildik. Tarım arazilerimiz yok edildi, kaynaklarımız kurutuldu, topraklarımız ve milli tesislerimiz satıldı. Bu mu “milli ve yerli” olmak?
Kızılderili liderlerden Jomo Kenyatta: “Beyaz adam geldiğinde ellerinde İncil vardı. Bizimse topraklarımız. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı” der. Topraklarımız parsel parsel satılıyor!
Bir Kızılderili atasözü der ki; “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
Benim halkımın gözü hala açılmadı ise söylenecek söz yok. Halkı geçim sıkıntısı çeken bir ülkenin şaşalı ve şatafatlı yaşayan yöneticileri beton yatırımlar ile övünüyor! Karnı aç bir kesim halkta alkışlıyor.
Tekrar yazıyorum: İçi boş siyaset karın doyurmaz.