Kuruluşunun ilk on yılında hukuk, özgürlükler ve kalkınma konusunda iyi işler yapan AKP, ekonomik anlamda da halkı rahatlatacak adımlar attı.
Yasaklar, yoksulluk ve yolsuzluklarla mücadele edeceğini vaat ederek, geniş halk kitlelerinin beğenisini ve siyasi desteğini kazandı.
Türkiye’nin normalleşeceğini, adaletle yönetileceğini ve daha demokratik bir alan yaratılacağını umanlar zaman geçtikçe yanıldığını geç de olsa anladı. Söylemler kulağa hoş gelse de eylemler; AKP ve lideri Erdoğan ağzından düşürmediği ve sürekli CHP’yi eleştirdiği “tek parti” dönemini bile aratır hale geldi.
Fikrini açıklamaktan korkan, sosyal medya paylaşımı nedeni ile gözaltına alınıp tutuklanan, gazetecilerin bile yazdıklarından dolayı hapse atıldığı bir ülkede ‘hukuk’ ve ‘adalet’ gibi kavramlardan bahsetmek mümkün değildir. Örneğin; TRT World Forum’daki konuşması sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı, İsrail ile ticaret konusu üzerinden eleştiren 9 kişinin tutuklanması bir hukuk devleti için kabul edilemez bir durumdur.
Bülent Arınc’ın dediği gibi “Bu gibi uygulamalar, toplumsal hafızada olumsuz izler bırakmakta, adalet sistemimize olan güveni sarsmaktadır.”
İslam’ın “adaletle hükmedin” hükmüne ve ‘liyakat’ prensibine rağmen dini referans aldığını söyleyen…Her vesile ile dini istismar eden bir anlayışın; aynı mahallede oturan muhafazakâr veya İslamcı insanlara bile tahammül edememesi manidardır.
AKP iktidarının ilk yıllarında önemli görevlerde bulunmuş ve bir dönem siyasi destek vermiş biri olarak demem o ki; AKP’nin insanların hakkını-hukukunu korumak ve özgürlüklerini teminat altına almak gibi bir derdi kalmadı.
Halkın ekonomik kriz yüzünden geçim derdine düştüğü bir ortamda, AKP’li kadroların ve bakanların sanki başka bir işleri yokmuş gibi “kreşleri kapatma gibi gereksiz işlerle uğraşmaları…Lüks ve şatafat içerisinde yaşamaları ne kadar doğrudur?
1800’lü yıllarda kıtlıkla boğuşan Fransızların, Versailles Sarayı önünde eylem yaptıkları sırada; “Ekmek bulamıyoruz yemeye!” sloganlarına karşılık Kraliçe Marie’nin;” Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!” dediği gibi… Halka “ekmek bulamıyorsanız pasta yiyin” diyorlar.
Oysa milletin o kadar çok çözülecek sorunu var ki, hiçbiri AKP’nin bazı vasıfsız ve donanımsız kadrolarının umurunda değil. İktidarın Milli Eğitim Bakanı, okulların temizlik problemini bile henüz çözebilmiş değil.
Bu millet, daha ne yapsın! Okuduğu bir şiir sebebiyle hakkında verilen mahkeme kararını istinaden “muhtar bileolamayacak” denilen Erdoğan’ı önemli makamlara getirdi ve ardından Cumhurbaşkanı yaptı.
Ayrıca bilgili, becerikli ve donanımlı onca vatan evladı varken iki keçiyi gütmekten bile aciz” bazı zevat; devlet makamlarına sırf “biat ve sadakat” esas alınarak atandı.
Seçimle ya da atama ile işbaşına gelen insanların tek bir hedefi, kendilerini o makama getiren ya da vesile olan millete hizmet olmalıydı. Lakin öyle olmadı. Çıkar peşinde koşan ve geldikleri makamları hak etmeyenler doyumsuz bir şekilde her şeyi mubah görerek “aç kurtlar gibi” paraya ve saltanat makamlarına saldırdı ya da devletten ulufe almak için yağcılık ve yalakalık yapmaktan bir adım öteye gidemedi.
Bir söz vardır: “Mezarlıklar vazgeçilemeyenler ile doludur” diye. Birgün gelecek ne makam ne de servet sizler için kurtuluş olmayacaktır! Koskocaman bir “hiç” olacaksınız.
Bazı dostlar, kariyerim ve donanımım nedeni ile beni muhalif yazılarımdan dolayı eleştiriyor. Diyorlar ki; “neden sert muhalefet yapıyorsun, liyakatsiz ve beceriksiz adamlar bile hak etmedikleri yere geliyor, memleketi sen mi kurtaracaksın! Sana ne! İlişkilerin ve geçmişin nedeni ile sen de bir yerde olurdun.”
Onlara cevabım gayet net. İnandıklarımı ve düşündüklerimi özgürce yazamadıktan veya konuşamadıktan sonra paranın da makamın da benim için bir anlamı yok. Halk geçim sıkıntısı çekerken, ülkenin bekası tehlikede iken benim bunları düşünmem “karakter düşüklüğü” değil mi? Akif’in dediği gibi:
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.”
NEYZEN TEVFİK VE “HİÇ FELSEFESİ”
Neyzen Tevfik Bursa’da adliyenin önünde bir köylüye arzuhal dilekçe yazmaktadır. Dönemin Sadrazamı, Damat Ferit Bursa’da bulunmaktadır.
Adliyenin önüne gelince, giydiği gömleğin bir kolu yok, pantolonu yamalı, ayakkabılarını terlik gibi giymiş, yanında yerde duran bir Ney’le birini görünce çok şaşırır…
Böyle giyimli birinin dilekçe yazabileceğine ihtimal vermez. Dilekçenin bitmesini bekler. Neyzen Tevfik dilekçeyi bitirir, köylüye dilekçeyi verir, parasını alır cebine koyar. Damat Ferit yanından geçen köylüden dilekçeyi ister. Dilekçe Bursa Valisine yazılmış olup, çok güzel el yazısı ve üslup kullanılmıştır.
Böyle bir dilekçenin ezberlenmiş olabileceğini düşünür ve ikincisini bekler. Bu defa dilekçe Sulh Ceza Hakimliği’nedir. Bunda da çok güzel el yazısı ve üslup kullanılmıştır. Bir sonrakini bekler. Bu defa ki dilekçe, Hariciye Nezareti “Dış işleri” nedir.
Damat Ferit şaşkındır…Böyle giyinen birinin bu tür dilekçeler yazabileceğine bir türlü inanamaz…Neyzen Tevfik’in yanına gider;
– “Gel seni Valiliğe kâtip olarak aldırayım.” der. Neyzen Tevfik düşünür;
— “Peki sonra?” der.
Damat Ferit;
– “Çok yetenekli olursan, baş kâtip olursun.” der. Neyzen Tevfik;
–” Peki sonra?” der. Damat Ferit;
— “Sonra seni saraya İstanbul’a aldırırım orada katiplik yaparsın.” der. Neyzen Tevfik yine düşünür ve;
–” Peki sonra?” der. Damat Ferit;
– “Orada da başarılı olursan baş kâtip olursun.” der. Neyzen Tevfik yine düşünür;
–” Peki sonra?” der. Damat Ferit;
– “Sonra benim yerime sadrazam olursun” der. Neyzen Tevfik;
– “Peki daha sonra?” Damat Ferit sinirlenmiştir;
–” Bu ülkeye padişah olursun” der. Neyzen Tevfik;
– “Peki daha sonra? der. Damat Ferit iyice sinirlenmiştir;
–” Sonrası Hiç” der… Bunun üzerine Neyzen Tevfik;
–” Ya beyim, ben zaten bir Hiç’ im!
Bir “Hiç” için, bu kadar zahmete değer mi?” der.