Temiz bir çevre, yaşanabilir bir doğa gelecektir.
Hayattır.
Toplum olarak, hayatımızda önemli bir yeri olan çevreye, doğaya ve toprağa acaba gerekli değeri veriyor muyuz?
Ülkemizde bu soruya olumlu bir cevap vermek mümkün değildir.
Her gün çevre ve doğa tahribatı haberlerini izliyor ya da tanık oluyoruz.
Beton oldu içimiz dışımız.
Oysa günümüzde doğayı, çevreyi korumak…Toprağı ve suyu sahiplenmek…
En yaşamsal konu olmalıdır.
Biz ne yapıyoruz?
Tarım arazilerimizi imara açarak hızla arsaya çevirip, betonlaştırıyoruz.
Rantçı anlayış, doğayı, toprağı yok ediyor.
Çevreyi kirletiyor.
Bir zamanlar dünyada kendi kendine yeten, ürettikleriyle kendini besleyen 7 ülkeden biriydik.
Teknolojik tarım yapılamayınca, gıda ürünlerini ithal eder hale geldik.
Samanı bile…
GDO’lu ürünler, genetiği ile oynanmış tohumlar…
Sağlığımız ile oynanıyor.
Bu acı gerçek, doğrusu yüreğimizi burkuyor.
Her yıl 5 Haziran Tarihinde Dünya Çevre Günü ve Haftası kutlanıyor.
Sözde çevreciyiz.
Gelsin nutuk, gitsin nutuk.
İcraatlar ile söylenenler uyuşmuyor.
Çevre sadece insandan ibaret değildir.
Çevre; insanlar, bitkiler, hayvanlar ve mikroskobik canlılardan oluşan canlı varlıklar ile hava, toprak, taşlar ve sudan meydana gelen cansız varlıklar oluşur.
Bencil insan, kendi çıkarı için ekolojik dengeyi bozuyor.
Varsa yoksa kendisi…
Akrep gibi kendisini sokuyor farkında değil.
Yaratan, doğada bulunan tüm kaynakları sadece insanlar için yaratmamıştır. Diğer canlıların da hakkı vardır.
Ama kim dinliyor?
Lafa gelince vatan diyoruz, din diyoruz, çevreci oluyoruz!
Uygulamaya gelince ses yok.
Denizler, göller, ırmaklar, dereler hoyratça kirlenmekte…
Toprak, yeraltı suları ve temiz hava yok olmaktadır.
Denizlerde, göllerde ve ırmaklarda yaşayan canlılar ölmekte…
Ormanlar kesilerek ya da yakılarak yok edilmektedir.
Topraklar kirletilmekte ve tahrip edilmekte…
Hava kirletilerek insanların sağlıkları elden gitmektedir.
Böylece, doğaya en büyük kötülüğü insan yapmaktadır.
Geçen hafta öğretmen bir arkadaşımı ziyaret etmek için Manavgat İlçesi Çenger mevkiinde bulunan “Körfez Alara Sitesi” ne gittim.
Site, tarım arazilerinin tam ortasında inşa edilmiş.
Denize oldukça da mesafeli…
Yanında birkaç site daha var.
Sayıştay’ın dinlenme kampı ise çok yakınlarında.
Birlikte denize doğru yürürken burnuma kötü, leş gibi kokular geldi.
Bir sordum, bin ah! İşittim.
Kokunun, sitenin bitişiğinde bulunan tarım arazisini kiralayan kişilerin derme çatma, üzeri açık, etrafı muşambayla çevrili bir şekilde yaptığı tuvaletlerden ve 300 civarında koyunun barındığı ahırdan kaynaklandığını öğrendim.
Bu sitede yerli yabancı turistler de ikamet ediyor.
Burası Tarım alanı mı, turizm ya da yerleşim merkezi mi?
Yerleşim yerinin hemen yanında bu ahırın yer alması, buna izin verilmesi akla ziyan değil de nedir?
Tarım arazisi içine yerleşim ruhsatı veren zihniyetle, hemen yanına ahır ve açık tuvalet oluşmasına göz yuman zihniyet aynıdır.
Çıkarcıdır, duyarsızdır.
Yeter ki bir yerlerden para gelsin.
Gelsin de nasıl gelirse gelsin.
Ağaçlık alanın içerisine vahşice depolanan çöpler…
Muhtarlık tarafından kiraya verildiği söylenen arazideki yeşil örtünün giderek yok olması…
Sulama amaçlı yapılan kanaletlerdeki su taşkınlığı…
Sitelerin yanında susam ekimi yapılan arazilerde hasat sonu atıkların yakılması…
Diğer sorunlar dedi.
Ev sahibi, emekli öğretmen, Osman Siral Tezel.
Ve başladı anlatmaya…
Denize giderken küçük bir derenin üzerindeki köprüden, yüzlerce su kaplumbağasının oynaşmasını keyifle izledik.
Çevre halkı arasında Kör dere (Kuru dere) diye isimlendirilen bu dereciğin 150-200 metrelik kısmının kalın bir yosun tabakası ile üstten kaplandığını, sabahları yoğun bir yağlı örtünün suyu kapladığını dinleyince dondum kaldım.
Aynı zamanda gözlemledim.
Demek ki kirli su ve arıtılmamış atık verilmiş, başka bir izahı yok.
Derenin denize döküldüğü ağzı, dalgalar tarafından kapatılmış.
Bu durum, dereyi bir kapalı havzaya dönüştürmüş.
Suda oksijen giderek azalıyor.
Dere içerisinde yaşayan kaplumbağa balık ve kurbağalar bu kirliliğe ne kadar dayanabilecek?
Yaşayıp göreceğiz.
Ve de takipçisi olacağız.
Otellerin ve sitelerin kanalizasyon atıklarını arıtmadan geçirmeden, denizin içine verdiği yönünde iddialar da var.
Ciddiyetle araştırılmalıdır.
Ayrıca derenin denizle birleştiği alan düzenli olarak açılıp, su devri sağlanmalı ve canlıların hayatı kurtarılmalıdır.
Plajındaki kumsala zaman zaman Caretta Carettaların konuk olduğu, deresinde kaplumbağaların koloni şeklinde yaşadığı bu ekosistemin insan eliyle yok edilmesine kimse sessiz kalamaz.
Kalmamalıdır.
İnsanları eğitmeden, doğa sevgisi ve çevreyi koruma bilinci oluşmuyor.
Eğitim, eğitim, eğitim.
Bu görev Kimin?
Çevre İl Müdürlüğünün mü, yoksa Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma Müdürlüğünün mü?
Bilmiyorum.
Ülkemizde doğaya, çevreye, toprağa sahip çıkmama yaklaşımı böyle devam ederse, gelecek kuşakları daha karanlık bir tablo bekliyor.
Buna rağmen, en düzeyde yetkililerin bu duruma tepkisiz kalmayacağını, Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in bu konu ile ilgileneceğini düşünüyor, gereğini yapacaklarına inanmak istiyorum.
Kaplumbağalar feryat etmeden…
Topyekûn ölmeden.
Unutmayalım ki, “Biz Doğa’yı korudukça, doğa da bizi korur.”