Türk milli futbolcu Merih Demiral’ın, Avusturya karşılaşması sırasında gol sevinci yaşarken yaptığı “Bozkurt” selamı gerek Alman siyasetinde gerekse basınında yoğun tepkilere neden oldu. Bunun nedeni; konunun “ırkçılık ve aşırı sağa karşı mücadele” bağlamında ele alınmasıdır.
Bozkurt işareti iddia edildiği gibi,” Türk aşırı sağcıların sembolü bir el işareti” midir? Onlara göre “Tehcir, şiddet ve ırkçılığı” sembolize ediyor. Aslına bakılırsa onları endişeye sevk eden, Almanya’da yaşayan Türk taraftarların kutlamalarında Bozkurt selamını bolca kullanmalarıdır.
İşin garip yanı, Türkiye’de de bazı basın organlarında ve sosyal medyada yapılan bazı paylaşımlarda Almanların “Demiral’ın bozkurt selamı Avrupa Şampiyonası’nı gölgeledi” yaklaşımının kabul görmesidir. Halbuki “ırkçılık ve aşırı sağcılık” fikriyatının kökleştiği ve kabul gördüğü yer bizatihi Avrupa ülkeleridir.
Ve neticede UEFA, Merih Demiral’a haksız bir şekilde 2 maç müsabakalarda oynamama cezası kesti. Bozkurt işaretini Türkiye’de ırkçılık ve aşırı sağın siyasi simgesi olarak kabul etti.
UEFA’nın bu haksız ve mesnetsiz suçlaması Türk kamuoyunda sert tepkilere neden oldu. Türk kamuoyu şimdiye kadar sahiplenmediği kadar “Bozkurt” sembolüne ve işaretine sahip çıktı. Parti ve görüş ayrımı yapmadan yapılan bu sahiplenme; Türklük şuurunu uyandırdığı gibi, Türk mitolojisinde yer alan ve tüm dünyada Türklerin sembolü olarak kabul edilen Bozkurt’a ilgi ve alakayı artırdı.
Sığınmacılara karşı durması ile ünlenen CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan: “Merih Demiral’ın Bozkurt işareti yapan heykelini Bolu’ya dikeceğim! Hadi bakalım Avrupa bana da ceza yazsın! Bozkurt işareti herhangi bir partinin tekelinde değildir, Türk milletinin sembolüdür” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise; “Merih Demiral heyecanını bu görüntüyle verdi. Kimse Almanların formasında kartal var diyor mu, kimse Fransızların formasında horoz var diyor mu? İfadelerini kullandı.
Halbuki Erdoğan, her türlü milliyetçiliği ayakları altına aldığını ve “Ben Bozkurtlarla dolaşmıyorum, eşref-i mahlûk olan insanlarla dolaşıyorum” ifadelerini kullanmış bir siyasetçi idi.” Geçen zaman ve devlet yöneticiliği ona da Bozkurt’un Türklerin milli sembolü olduğunu öğretti.
Bir tepki de Atatürk konusundaki görüşleri ve kitapları ile ünlenen yazar Yılmaz Özdil’den geldi. Özdil, Atatürk’ün Bozkurt’u cumhuriyetin temel simgelerinden biri yaptığını şöyle anlatıyor.
Yılmaz Özdil: “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda en önemli simge kurttu. Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet’in temeline monte ettiği figür kurttu.
• 1927’de ilk kâğıt parada kurt vardı
• 1931’de ilk damga pullarımızda kurt vardı
• Atatürk’ün talimatıyla resmedilen Ergenekon tablosunda kurt vardı.
• Bozkurt sigarası vardı. Tekel tarafından çıkarıldı.
• İnönü döneminde kurulan Petrol Ofisi’nin logosu kurttu.
• Küçük izcilere ‘yavru kurt’ adını bizzat Atatürk verdi.
• Deniz Kuvvetleri’nin Ege’de her yıl yaptığı tatbikatın adı ‘Deniz Kurdu ‘dur.
• Kıbrıs’ı Rum zulmünden kurtarmak için kurulan Türk Mukavemet Teşkilatı’nın amblemi kurttu.
Avrupa’nın iki yüzlü çifte standart uygulaması karşısında İYİ Parti de harekete geçti “Bozkurt sembolünün Türklerin ulusal sembolü olarak kabul edilmesine ilişkin kanun teklifini” Meclis’e sundu. Yapılması gereken hamasi nutuklar ve duygusal hamlelerden ziyade, yasa ile “milli sembol” olarak kabul edilmesidir. Böylece Bozkurt simgesi hem bir partinin tekelinden kurtulur hem de tüm dünyaya milli sembolümüz olduğu duyurulur.
“Türkler; Batı Trakya’dan Bakü’ye, Gagauzya’dan Sibirya “ya, Doğu Türkistan’dan Tebriz’e, Altaylardan Kerkük’e kadar BOZKURT işareti ile birbirini tanırlar…!” Bunda gocunacak ya da tepki duyacak ne var? Sosyalist-komünist şair olarak yaftalanan ama ülkemiz için bir değer olan şair Nazım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanı’nda Atatürk’ü sarışın bir Kurt olarak nitelendiriyor.
“Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar.
Eğildi, durdu. Bıraksalar…
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak,
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak,
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.”
Tüm bu gerçeklere rağmen, Bozkurt’u MHP’nin işareti olarak görmekte ısrar eden bir kesim var. Azerbaycanlı Prof. Dr. Hanım Halilova şu ifadelerle bu iddiaları çürütüyor. “Bozkurt MHP’nin işareti değildir. Alparslan Türkeş’e bunu Bakü’de ben öğrettim. (gösterdim)
Kanaatime göre bu ısrarda bir kasıt görüyorum. İnternet gibi teknoloji var. Girin bakın! Göktürk Bayrağı, Göktürk Asena Kılıcı Bozkurt figürlüdür. Ve Almanya’da bir müzede sergilenen “Bozkurt Hun Heykeli” bulunmaktadır. Bu devirlerde partiler ve ideolojiler mi vardı?
“Ben Türk değilim, Türkiyeliyim” diyen bir kesim türedi. Bu kesim Bozkurt’u simge olarak kabullenmiyor olabilir. Lakin dünyadaki 500 milyon Türkün milli sembolüne saygı göstermek durumundadır!
Batı Atatürk’e niçin Bozkurt der? Hiç düşündünüz mü? Zafer işareti, Rabia işareti, Haç işareti serbest, Bozkurt yasak! “İnanç bir tercihtir, TÜRKLÜK ise kaderdir.”
Bir Türk evladı da Türkün simgesi BOZKURT işaretini yapmıştır. Bunu farklı mecralara çekmek abesle iştigaldir.
****
PİÇ
Ömer Seyfettin, asker kökenli bir yazardır. İstiklal Savaşı’nda birçok cephede savaşmıştır. Filistin Cephesinde olan bir hatırasında bakın neler söylüyor?
“Almanların yenilmesiyle savaş bitmiş, mütareke imzalanmıştı. Filistin’den çekiliyorduk. Birkaç arkadaş subayla, karşı tarafın da subaylarıyla, çekilme işlerini görüşmek için gittik.
Karşı tarafta, Fransız üniformalı biri sık sık bana bakıyor, gözünü benden ayırmıyordu. Ben buna bir anlam veremiyordum. Fransız subay yerinden kalkıp bana doğru geldi ve ‘Nasılsın Ömer Seyfettin?’ dedi. ‘Beni nerden tanıyorsun? Ben bir yüzbaşıyım. Öyle tanınacak kadar üst düzey bir kumandan değilim’ dedim.
‘Ömer, biz seninle İstanbul’da Askeri Lisede beraber okuduk, ben falancayım deyince, hayretler içerisinde baktım, hatırladım. Hep dini eleştiren, Osmanlı’yı kötüleyen, vatan, bayrak sevgisi olmayan bir öğrenci idi ama, yine de Fransız subay olması normal değildi. ‘Peki nasıl böyle oldun?’ dedim.
‘Ne zaman bir savaş olsa, Türkler galip gelse içimde üzüntü oluyordu. Türkler kaybetse, zarar görse içimde bir sevinç oluyordu. Çoğu zaman kendimi ayıplıyor, neden böyleyim?’ diyordum. Bir gün anneme ısrarla sebebini sordum.
‘Dayanamayacağım, anlatacağım’ dedi. İstanbul Hastanesinde Fransız bir doktor vardı. Hastaneye gidip gelirken birlikte oldum ve sen o Fransız doktorun oğlusun. Babanın bundan haberi olmadı, şimdi de sen öğrendin’ dedi.
Zaten babam zannettiğim adam çoktan ölmüştü. O hastaneye gittim, şu tarihte burada çalışmış, şimdi Fransa’ya dönmüş olan, şu isimde doktorun adresi var mı? Dedim. Bana adresi verdiler, Fransa’ya gittim, babamı buldum, olanları, annemin sözlerini anlattım.
‘Anneni gerçekten sevmiştim’ dedi ve beni kabul edip nüfusuna yazdırdı, Fransız okullarında eğitimimi tamamladım ve gördüğün gibi bir Fransız subayı olarak karşındayım’ dedi.
Şimdi ben, Türk milletini, Atasını, ordusunu, bayrağını, vatanını, eleştirilenleri gördükçe, acaba onlar da “Piç” mi?” diyorum.”
Bu arada Neyzen Tevfik’i anmadan da geçemeyeceğim! Ne demişti? “Geldikleri gibi gitmediler; kimi itini bıraktı, kimi bitini. Kimi de piçini bıraktı!.. Yoksa bu kadar şerefsizin bizden olması mümkün değil!”