Ülkeyi yönetenler; “faiz sebep enflasyon sonuç ve size bize ne oluyor? Nas var nas…” diyerek ekonomiyi çıkmaza soktu. Yargı-Yürütme-Yasama dediğimiz kuvvetler tek bir elde birleştiği için hukuk düzeni işlemiyor. Demokrasinin evrensel olması gereken ilke ve değerlerini iktidar ve muhalefet farklı değerlendiriyor.
Ve adalet yara aldı.
İnsan kaynaklarını bizim gibi heba eden bir toplum göremezsiniz. İnsanlar, ifade özgürlüğü bağlamında konuştukları ve yazdıkları sebebiyle ya soruşturma geçiriyor ya da hapse atılıyor.
Buna doğrudan “İtibar Suikastı” denir.
Son yıllarda uyuşturucu kaçakçılığı, organize suçlar, fuhuş, kadına şiddet, hırsızlık, cinayet vs. gibi suçlar önemli oranda arttı. Suç oranları Avrupa normallerinin çok üstünde seyrediyor.
Peki, “ceza eksenli adalet anlayışı” üzerine kurulu hukuk anlayışımız, neden caydırıcı ve suç önleyici olamıyor?
Suçları önlemede yetersiz kalanlar, hemen cezaların azlığından dem vuruyor. Ve cezaların yetersizliğinden yakınıyor. Suçu cezalandırmak kolaydır ama önlemek zordur. Olaya sadece ceza boyutu ile bakmamak gerekir. Eğer ceza yeterli olsaydı, hapishaneler ağzına kadar dolu olur muydu?
Suç temelde… Suçu ortaya çıkaran veya özendiren temel nedenler ortadan kaldırılmadığı sürece suçlar işlenmeye devam edecektir.
Sosyal medyada bir paylaşım yaptı diye vatandaşının peşine düşen, gazetecilerini hapse atan, teröristlerin ayakkabı numarasına kadar bilenler, sıra suçu önlemeye gelince kayıtsız kalmaktadır.
İşi ehline vermek gerekir. Lakin hayatında bir güvenlik makalesi bile okumadan… Suç liderleri ile resim üstüne resim çektiren, “ohlayan” sigortacı İçişleri Bakanı görmedik mi? Bitmedi! Bu ülke suç şebekelerine yol veren, suçluların ayaklarına yatan, hediye Rolex saat alan bakanlar da gördü. Böyle bir durumda suçla mücadele inandırıcı ve kalıcı olabilir mi?
“Baklava çalanlar içerde, devleti soyanlar dışarda…”
Bu şartlarda ceza artırılsa ne olacak? Organize suçluların ağababaları kurtulurken, tetikçiler ve seçilen kurbanlar içeri atılacak! Yani, olan yine garibana ve dayısı olmayana olacak. Hz. İsa’nın bir kıssası vardır, İncil’de geçer.
Zina yaptığı iddia edilen bir kadını taşlamak için can atan topluluğa Hz. İsa şöyle der:
“İlk taşı, günahsız olan atsın. Kimse taş atamaz. Kadın affedilir.
Kimsenin açıklamaya cesaret edemediği şey, toplumun bu hale gelmesinde kimlerin kusurlu olduğunun söylenememesidir. Organize suç örgütlerinin “Siyaset- Emniyet – Yargı” ayağı çözülmedikçe mücadele ortada kalır. “Bataklık dururken, sivrisinekleri öldürmekle” vakit geçirilir.
Türkiye gerçekten “sosyal- hukuk” devleti olmadıkça cezaların artırılmasının etkileyici bir tarafı yoktur. Siyasette arkası olanın istediği kararı çıkarttığı, aynı suça farklı kararlar alındığı, yargıya talimatların verildiği, hâkim güvencesinin olmadığı bir düzende suçlar artmaya devam edecektir. Bu acı gerçeği kimse görmek niyetinde değil.
Özellikle siyaset, bürokrasi (emniyet), iş dünyası ve medya suç artışında birinci derecede mesuldür. Zira hiçbiri bu konuda masum değildir. Sahte gerçekliklerin ve sahte dürüstlüğün arkasına sığınarak, gemilerini yüzdürmeyi başarıyorlar.
Suçla ve suçlulukla mücadelede sadece genel yönetimi suçlamak adil bir yaklaşım değildir. Ya yerel yönetimler dürüst mü?
Yerel yönetimlerde dönen çıkar ilişkileri tüm kamuoyunun önünde cereyan ediyor. “Tencere dibin kara, seninki benden kara…” Bazılarının eline tam yetki geçse iktidara rahmet okutacak!
Örneğin, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’e ilk seçiminden önce bizzat sordum: Antalya’da madde kullanımı Türkiye ortalamasının çok üstünde, anneler feryat ediyor. Eğer seçilirseniz uyuşturucu kullanımını önleyecek sosyal sorumluluk projeleriniz olacak mı, bu konuda bir hazırlığınız var mı? Cevabı şöyle oldu: “Önemli bir konu, ekibimiz hazır, önleyici projelerimiz olacak!” Aradan 6 yıl geçti, “bağımlılığı önleyici ya da kullananlara yönelik bir “rehabilitasyon” projesi göremedik.
Laf çok icraat yok!
Belediyelerin doğrudan bu konuda bir yetki ve görevi olmayabilir. Lakin gençleri kötü alışkanlıklardan uzak tutmak için önleyici önlemler alma gibi bir zorunlulukları var. Kısaca kimse günahsız değil. Kimsede sorumluluğunu söyleyecek cesaret yok.
Yerel medyanın hali ise ortada… Herkes siyaseten kendi mahallesinin haberlerini öne çıkarıyor. Lafa gelince mangalda kül bırakmayan, önceliği para olan, bazı sözüm ona ünlü gazeteciler; sıra toplumsal sorunlara gelince yan çiziyor! Halkın sorunlarını dile getirmekten çok muktedirleri alkışlamayı tercih ediyorlar.
Televizyon ekranlarında ise her konuda uzman olan birtakım yazar çizer suçu ve suçluları tartışıyor. Güvenlik bürokrasisine ayar vermeye çalışıyor.
Herkes günahını ve suçunu gizlemekte kendini usta zannediyor ama “Kral Çıplak.”