Suriye’nin İdlib kentinde rejim unsurlarının saldırısı sonucu 8 şehit verildi.
Türk askeri şehit olurken, Rusya’nın Türkiye’nin İdlib’deki operasyonları nedeniyle Rusya’yı uyarmadığı ve bu sebeple Türk askerlerinin rejim güçlerinin saldırısına hedef oldukları yönündeki açıklamaları inandırıcı gelmedi.
Türkiye buna karşı resmi açıklamasını hemen yaptı.
“Türkiye bu saldırıların cevabını misliyle vermiş durumdadır.
Ülkemizin, milletimizin ve İdlibli kardeşlerimizin güvenliğini temini için yürüttüğümüz operasyonlarımızı sürdürmekte kararlıyız. Bu alçak saldırı ile bizi sınayanlar hata yaptıklarını anlayacaklardır.”
Neler oluyor?
Suriye Rejim Güçleri Rusya’nın desteği ve izni olmadan adım atamaz.
Bu saldırının iki izahı var.
Türk üs noktalarının yanlışlıkla vurulması ya da kasten hedef alınması söz konusudur.
Bana ikinci ihtimal daha yakın duruyor.
Bu durumda, Rus yetkili makamlarına, “Burada muhatabımız siz değilsiniz, tamamıyla rejimdir, bizim önümüzü kesme gibi bir durum da söz konusu olmasın” mesajı etkili olacak mı?
Sanmıyorum.
Mesajın muhatabı, sadece Suriye Rejim Güçleri değil, Rusya’nın bizatihi kendisidir.
Idlib, neresidir, önemi nedir?
İdlib‘in nüfusunun savaştan önce 1,5 milyon olduğu ifade ediliyor.
Kuzeybatısında Hatay ile komşu olan İdlib’in, doğusunda Halep, kuzeydoğusunda Halep’in Afrin ilçesi, güneyinde Hama, kuzeybatısında Lazkiye bulunuyor.
İdlib, Suriye‘nin kuzeybatısında, rejim muhaliflerinin kalesi olarak nitelendirilen, bu nedenle rejimin en çok hedef aldığı yerlerden biri olarak dikkat çekiyor.
Bölgeye Rus destekli hava saldırıları devam ediyor.
Bu şehri muhalifler de rejim güçleri de kontrol altında tutmak istiyor.
Önemi nereden geliyor?
O bölgeyi bilenler bilir. İdlib, başından beri lojistik, cephane ve insan kaynağı bakımından savaşı besleyen kritik bir güzergâhtır.
Ayrıca yabancı savaşçıların en fazla geçiş yaptığı hatlardan birisi olarak dikkat çekmektedir.
DEAŞ ve Nusra, İdlib üzerinden Halep-Hama-Şam anayolunu keserken, Lazkiye’ye yönelik saldırılarda burayı önemli bir üs olarak kullandı.
İdlib,aynı zamanda güneybatıdan Halep cephesini de besleyen bir konumda bulunuyordu.
İdlib bir süre farklı dinci örgütler tarafından yönetildi ve guruplar arasında çıkan gerilim zamanla çatışmaya dönüştü.
Çatışmaların farklı nedenleri olduğu düşünülüyor.
Hatay sınırlarına yaslanan İdlib, hem ilk mülteci akınının yaşandığı hem de Türkiye’den silah ve militan akışının sağlandığı bölgeydi.
Son saldırılardan sonra 1 milyona yakın mültecinin Türkiye’ye doğru yola çıktığı ve sınıra dayanacağı konuşuluyor.
Türkiye buna önlem almak durumundadır.
Bu göç dalgasının altında kalkamaz.
Suriye’de çok bilinmeyenli bir denklem vardır, kimin eli kimin cebinde belli değildir.
ABD’nin, Irak Şam İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı Halk Koruma Birlikleri (YPG) ile kurduğu ortaklık, Türkiye’nin Suriye’deki önceliklerini değiştirmiştir.
Bugün bilinmektedir ki, PKK/PYD’nin en büyük destekçisi ve hamisi ABD’dir.
Suriye’de düşman kardeşlere dönüşen Selefi örgütler, ABD destekli PKK/YPG ve Esad’ın hamisi Rusya’dan oluşan bir üçgen var.
Biz neredeyiz?
2015’te Rus uçağının düşürülmesinin ardından Moskova ile ilişkileri yoluna koymak isteyen Türkiye’nin, Rusya’yla işbirliğine yönelmesi, Ankara’nın Suriye politikasındaki değişimi daha belirgin hale getirmiştir.
Ve Rusya ile balayı dönemi başlamıştır.
Bu dönem F-400’lerin alımı ve “Türk Akımı Projesi” ile taçlanmıştır.
Heyet geliş gidişleri hızlanmış, turizm başta olmak üzere ticari faaliyetler artış göstermiştir.
Buna rağmen, o günlerde Putin’e güvenilmemesi gerektiğini, “matruşka” gibi oyun içinde oyun olduğunu, eski bir KGB ajanı olan Putin’in iyi bir satranç ustası olduğunu bu köşede yazmıştım.
Son saldırı olayı göstermiştir ki, maalesef haklı çıktım.
Ankara, Halep’te kuşatma altındaki bölgenin Suriye ordusunun kontrolüne geçmesinde rol üstlendi.
Bunun karşılığında Rusya da Türkiye’nin “Fırat Kalkanı” harekâtıyla YPG’nin önünü kesmesine göz yumdu.
Daha sonra Astana süreciyle çatışmasızlık bölgeleri oluşturma konusunda Türkiye’nin üstlendiği kritik rol sahada safların ayrışmasını derinleştirdi.
Astana sürecini reddeden güçlerin oluşturduğu cephe(HTŞ) şu an tüm radikal unsurları bünyesinde barındırıyor.
Ve bunlar, “terörist” olarak sayılıyor.
Ve sözde rejim güçleri ve Rusya bu teröristleri bombalıyor.
Olan yine bize oldu.
İdlib, Astana’da tartışılan 4 çatışmasızlık bölgesinden en zor olanı.
15 Eylül’deki mutabakata göre, garantör ülke olarak Rusya, İran ve Türkiye tarafından ateşkesi korumak üzere İdlib’de belirli sayıda asker konuşlandırılacak.
Bunun için Müşterek Koordinasyon Merkezi oluşturuldu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 6 Ekim’deki açıklamasına göre İdlib’in içinde Türkiye, dışında Rusya olacak.
Şu ana kadar Türkiye ne yaptı?
TSK’yi müdahaleye hazır hale getirmek için Hatay ve Kilis’te sınır hatlarına askeri sevkiyat yapıldı.
HTŞ’ye katılanları koparıp zayıflatmak için ‘istihbarat operasyonları’ yürütüldü.
Rejime muhalif olanları Milli Suriye Ordusu adı altında toplamaya çalıştı.
Esad güçleri, anlaşmanın içerisinde olmadan grupları çatışmasızlık rejimine ikna etmek zor görünüyor.
Suriye politikamızın bir an önce netleşmesi gerekir.
Denge gözeteceğiz diye, bir o yana bir bu yana savrulmak daha tehlikelidir.
Çıkarımız neredeyse orada olmamız gerekir.
Suriye politikamız net mi?
Sınırlarımızda Kürt Koridoru oluşturma planını engelleme…
Ülkemize yönelecek bir göç dalgasını önleme…
Savaşı ve terörist gurupları kendi sınırlarından uzak tutma…
Gelecekte Suriye’nin şekillenmesinde önemli bir rol kapma gibi amaç ve niyetimizin olduğunu açık kaynaklardan öğreniyoruz.
Bunlar gerçekleşecek mi?
Son olaylar zor olduğunu gösteriyor.
Ruslar ile gerilimi artırma, olayları kışkırtma çabaları devam edecektir.
ABD ve AB göz yaşartan desteği manidar olduğu kadar düşündürücüdür. Çünkü kendisi Büyük İsrail Projesinin uygulayıcısı ve PKK’nın destekçisidir.
Gerilimi tırmandırıcı PKK eylemleri başlarsa şaşırmam.
“Yağmurdan kaçarken doluya yakalanma” olası görünüyor.
Gelecek yazımda bu konunun bilinmeyenlerini yazacağım.
Geçmişi bilmeyen geleceği doğru okuyamaz.