Siyaset halkın beklentilerini karşılamaktan çok uzakta… Halkın gündeminde olmayan konuları bulup çıkarıyorlar ve ağız dalaşına başlıyorlar.
2021’de düzeleceğine dair bir umut ışığı da yok. Zira içinde bulunduğumuz duruma baktığımızda gördüğümüz manzara pek de iç açıcı değil.
Siyasetin sen ben kavgası, toplumun farklı kesimlerine sıçramış ve ilişkilerde bir hoşgörüsüzlük başlamıştır.
Kimse birbirini dinlemek ve anlamak istemiyor. Böyle olunca da; “Hain”, “darbeci”, “casus”, “irticacı”, “hırsız”, “şerefsiz”, “namussuz” vs. gibi ağır sözler siyasetin üst zirvelerinden seslendiriliyor.
Ne yazık ki, bu ağır sözlerin yarattığı zehirli iklim, toplumu keskin bir ayrıma itmiş, birbirlerine karşı adeta diş biler hale getirmiştir.
Geçmişte de emperyalist güçler; “Kürt- Türk” ve “Alevi- Sünni” kutuplaştırılmasını teşvik ederek, kimlik ve inanç siyasetini desteklemişlerdir. O dönemlerde… Kendisi gibi düşünmeyenleri; “ilerici- gerici”, “faşist- komünist-yobaz” gibi kavramlarla yaftalayanlar vardı. Lakin bugünkü kadar birbirimize yabancılaşmamıştık. Yanımızdaki arkadaşın, komşunun kimliği ve inancı ile hiç ama hiç ilgilenmedik. Buna rağmen, toplum; kutuplaşmanın bedelini ağır ödedi.
12 Eylül 1980 askeri darbesi ile demokrasiye ağır bir darbe indirildi. Hem milliyetçi hem de devrimci kesimden gençler çeşitli mağduriyetler yaşadı. Bir dönemin ülke sorunlarına duyarlı neslini heba ettik.
Yine 28 Şubat 1997 süreci ile toplumun dindar kesimine vebalı muamelesi yapıldı. Başörtüsü nedeni ile binlerce genç kız üniversite girişlerinde, insan hakları çiğnenerek ikna odalarında aşağılandı.
Demokrasi ve hukuka aykırı bir biçimde…
Türk toplumu buna genelde tepki gösterdi. Toplumun mağdur kesimlerine sahip çıkacağını… Yasaklarla, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele edeceğini ifade eden, AK Partiye oy vererek iktidara getirdi.
Çünkü Ortodoks yobazlığı, milleti canından bezdirmiş, yaşam alanlarına müdahale edilmesini tepki ile karşılamıştı.
Toplumun geniş kesimi, aradığı özgürlükleri ve refah devletini bulacağını, “hakça bir düzen” kurulacağını ” ümit ediyordu.
Olmadı.
Dünün mağdurları, mağrurlanarak yeni mağdurlar yaratmaya başladı. Her alanı kendilerine hak olarak gördüler. Kariyer ve liyakat unutuldu. Eş, dost, akraba ve yandaş kayırmacılığı başladı.
Ekonomi ve hukuk isimli iki amiral gemisi su almaya başladı. Yasaklar, yoksulluk ve yolsuzluk yayıldı.
Toplum, siyasi iktidara olan hoşnutsuzluğunu tam ifade edecekken… CHP milletvekili Fikri Sağlar katıldığı bir programda “Türban, irticai faaliyetlerin şeriat isteyenlerin üniformasıdır. Ben yargılandığım zaman türbanlı bir hâkimin karşısına gittiğimde benimle ilgili haklarımı koruyacağı ve adaleti yerine getirebileceği konusunda kuşkum var” ifadelerini kullanarak yeni bir tartışmanın fitilini ateşledi.
Ne oluyordu? Bir yerlerden düğmeye yeniden basılmış mıydı? Sosyal demokrat olan, tecrübeli bir siyasetçinin, “yaşam alanına müdahale algısı yaratacak…”geçmişte kalmış başörtüsü konusunu ortaya atması zamanlama olarak manidardır. Son yerel seçimlerde farklı kesimlerde oy alan CHP’ye, kendi içerisinden kurşun atılmıştır. Sana ne milletin başörtüsünden!
Daha önce de muhafazakâr kesimin yakinen bildiği Prof, Ebubekir Sofuoğlu; “Üniversiteler neredeyse fuhuş evleri” demişti. Bu iki ismin aynı amaca hizmet etmesi bir tesadüf müdür? Bu soruların ucu açıktır. Biz bu filmi 12 Eylül 1980 öncesinde gördük. Film aynı film, sadece aktörler farklı…
Rahmetli Necip Fazıl; “İki tip tanıyorum bu devrin utanmazı; Biri dinde hokkabaz, biri küfür cambazı…” demiştir.
CHP lideri: “Çağın neresindeyiz biz ya? Kişi başörtüsü takar takmaz o onun tercihidir. Benim görevim onun tercihine saygı duymaktır” ifadesini kullanarak Fikri Sağlar’a tepki gösterirken… Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan; “Bu zat artık bu çağda yaşamıyor çok gerilerde kaldı” diyerek, Sağlar’ı sert ifadelerle eleştirdi.
Buraya kadar her şey makul ve mantıklıdır. Lakin aynı konuşmada, CHP’li başörtülü kadınları ima ederek, “vitrin mankeni” ifadesini kullanması ve CHP’yi başörtüsü düşmanı olarak nitelemesi tartışmaları alevlendirdi.
Buna gerek yoktu. Sağduyulu kadınların da tepkisini çekti. Farklı düşünceye sahip, başörtülü kadın olamaz mı? Liderlerin toplumun değerlerini uluorta tartışması ve kendisinden olmayanı dışlaması, demokratik bir tavır olarak görülemez. Zira toplumsal barış, günlük siyasi hesaplara alet edilemeyecek kadar önemlidir.
Zihinleri ideolojik kalıplara göre şekillenmiş siyasetçiler, öğretim üyeleri ya da bireyler… Demokrasi ve hukukun evrensel ilkelerini değil, kendi doğrularını savunurlar.
Din; insanların özgür iradesini esas alır ve zorlamayı kabul etmez. Bu nedenle insanlara hayat biçimi dayatmak veya hayat tarzından dolayı insanları aşağılamak, gericiliğin daniskasıdır.
Kimden gelirse gelsin…
İnsan hak ve hürriyetlerine sahip çıkmanın sağ veya sol ideoloji ile alakası yoktur. İnançla da… Birlikte yaşamanın yolu sosyal barış ve hoşgörüden geçer. Bunu da demokrasi ve hukuk sağlar.
Türk halkı ekseriyetle milliyetçi, demokrat ve muhafazakâr partilere oy verir. Kendisine sol ile ilişkilendiren partilerin oy oranı%30 civarındadır.
Bunun nedeni, bizim memleketin solcularının dini tezahürlere karşı alerjik tavırlar takınmasıdır. Fikri Sağlar bunun tipik bir örneğidir. Bunu bilen sağ partiler, çoğu kez dini motifleri siyasette kullanmışlar ya da dini istismar yolunu seçmişlerdir. Bu bir realitedir.
CHP son zamanlarda İslam karşıtı algısından uzaklaşmış, ancak parti içerisinde sert muhalefet ile karşılaşmıştır. Buna rağmen CHP lideri kararından vazgeçmemiş, İYİ Parti ve Saadet Partisi ile ittifak kurarak, yerel seçimlerde büyükşehirlerin çoğunu kazanmıştır. Bunda adayların şahsi kimliklerinin etkili olduğunu söylemek mümkündür. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş örneği…
Fikri Sağlar gibi biri ile seçim kazanılabilir miydi? Bu anlayışla CHP, küçük bir ilçeyi kazanamaz!
Yandaş başörtülüye; “bacım”, karşı olana; “vitrin mankeni” denmesi, uygun olmamıştır. Ben bunu “ağızdan çıkan, geri çekilemeyen” bir söz olarak algılıyorum.
Ülkemizin onca sorunu var. Şeffaflık, torpil, yolsuzluk, adalet gibi… Bu ölçütlerin gözetildiği bir endekste, Türkiye’nin Suudi Arabistan’ın bile gerisinde 95. sırada gösterilmesini hazmedemiyorum.
Bunları tartışalım. Zira insanların içtenliğini, samimiyetini ve inanç derecesini ölçebilecek bir ihlas-metre yoktur. Türkçe ’de güzel bir deyim vardır. “Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz” diye.
Sığ denizde kulaç atılıyor. İslâm, bir başörtüsüne indirgenerek tartışılacak bir din değildir. Bu konuları herkesin vicdanına bırakalım. Başörtüsü sorunu iyi kötü çözüldü. Yeniden tartışmaların odağı yapmak kimseye fayda getirmez.
Günün 2 Sözü: “Bu dünyada iki kör tanıdım: Biri beni hiç görmeyen sen; diğeri senden başkasını görmeyen ben…” Anonim
“Nalıncı keseri gibi her şeyi kendine yontmak ya da her türlü tartışmanın içerisinde olmak… İnsanı yıpratır ve hırpalar.” A. Yılmaz