Birçok yerde karşılaşırız bu tür insanlarla…
Kompleksli… Bunalımlı…
Kaprisli… Kibirli…
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?
Biliyorum ne olacak?
“Sana ne yaptıracağımı görürsün…”
Kimi korkar, belaya bulaşmak istemez…
Kimi de yüreklidir.
“Dayandığın kimse, sözünü ettiğin mertebe neresi ise ardına koyma…”
Arsız bir tehdit ve tartışma devam eder gider.
Bu tür adamlar başkalarının makamı ve hayranlıklarıyla beslenirler.
Başlarlar anlatmaya…”Ben var ya ben”…
Başkalarının gücü ile kendilerine vehmettikleri üstün tarafı sürekli dile getirirler.
Cümle âlemin duyması için.
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
Bana bulaşırsan, dediklerimi yapmazsan “seni sinek gibi ezerim” mesajını iletmektir.
Bu kibirli davranışa, kaş kaldırmaya rağmen kimse oralı olmazsa, tehdit faslı başlar.
“Seni sürdürürüm”, seni şikâyet edeceğim, seni istersem harcarım…
Siyasi ve ekonomik muktedirleri tanıdıklarını ima ederler.
“Geçen gün beraberdik”, “beni o kadar sever ki…”
Aba altından sopa gösterme yöntemidir.
Hasbelkader yakınları bir makam ve mevkie gelmeye görsünler…
Yanlarına yaklaşılmaz…
Derdinizi anlatamazsınız…
“Önemli bir sima” oldukları konusunda kendilerini inandırırlar.
Başlarlar tepeden bakmaya…
Kendisi olmaktan firar etmiş zavallılar…
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
“Evet, biliyorum.”
Bilineni ne söylerim ne de yazabilirim.
Bu takıntılı, egosu yüksek insanlara…
Edebim müsaade etmez.
Ama onlar, kim olduklarını bilmiyorlar.
Unutulmasın ki, yaslanılan ağaçlar kurur.
Yaslanılan dayı, gün gelir gücünü kaybeder ya da ölür.
Çok büyük! İnsanlar geldi geçti şu yalan dünyadan…
Küçücük kabre sığacak kadar.
Önemli olan insan olmaktır.
Adaletli, hoşgörülü…
En önemlisi de kişiliğini koltuktan almayan…
Kim olduğunu bilen.
***
Fıkra bu ya; bir gün Aslan”ın biri; yatmış, mışıl mışıl uyuyormuş…
Aslan”ın derin uykuda olduğunu gören bir “tarla faresi” çıkmış aslanın sırtına, başlamış hoplayıp zıplamaya…
Aslan, uyanmış tabii…
Çevresine bakmış, “üstünde neler olduğunu” anlamaya çalışmış… Derken, aslanın yanından geçen bir tilki, “aslanın şaşkınlığını görünce; “hayrola” demiş, “yoksa küçücük bir fareden mi korktun?”
Aslan, burnundan solumuş tabii…
“Ne münasebet” demiş; “Benim kimseden korktuğum yok! Sadece, bir aslanın üzerinde oynayıp zıplamaya hangi münasebetsiz cesaret edebilmiş, onu merak ediyorum!”
Bizim durumumuz da, “aslan”dan pek farklı değil! Uyuyan bir aslanın üzerinde oynayıp zıplamayı “marifet” zanneden “minik fare”ler her zaman olmuştur…
Olacaktır da!
Çünkü “minik fare”lerin de; “aşağılık komplekslerini tatmin” için, “aslan”ların üzerinde oynamaya, zıplamaya ihtiyacı vardır!