Türkiye’nin gündemi hızla değişiyor. Gündemi geç de olsa takip etmek adına, daha önce yazmayı düşündüğümüz konuları ertelemek zorunda kalıyoruz. Bu haftaki köşe yazımda okuyucularım SATAD denilen yapıyı yazmamı istemesine rağmen İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusunu tercih ettim. Belki başka bir yazımın konusu olabilir.
İsveç ve Finlandiya hükümeti, NATO üyeliğine başvurmaya karar verdi. Bunun nedeni, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminin bir bütün olarak İsveç ve Finlandiya’da yarattığı güvenlik endişesi ile duygusal tepkiselliktir.
Finlandiya ve İsveç NATO’ya katılırsa ne olur? Uzun süredir NATO’nun genişlemesinden rahatsız olan Rusya, Ukrayna’ya açtığı savaşın gerekçesini de bu rahatsızlığına dayandırdı. İki ülkenin NATO’ya katılımları, Rusya’yı zayıflatır mı? Diplomasi uzmanları bu konuda net bir cevap vermiyor. Bu ihtimalin “iki ucu keskin bıçak” olduğunu söylüyorlar.
Dünya bir soğuk savaşa hazır olsun! AB ülkelerinde; böyle bir soğuk savaşın çıkmasını istemeyen, “Yeşil ve sol partiler…” “Her iki tarafta da insanlar acı çekecek, bu karar; yanlış yönde atılan bir adım” gerekçesi ile İsveç ile Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkıyor.
İsveç’in ve özellikle Finlandiya’nın Rus tehdidine karşı NATO koruma şemsiyesi altına girmek istemesi kolayca anlaşılabilir. Zira Ukrayna örneği önlerinde duruyor.Ama Batı,“Rus karşıtlığı havasıyla topyekûn bir bütünleşme süreci inşa etmeye çalışıyor.”
NATO’nun amacı, İsveç ve Finlandiya’yı bünyesine alarak “Rusya’yı kuşatmak” olabilir mi? Sanmıyorum.Doğu Avrupa, Baltıklar ve İskandinav ülkelerinin NATO’ya üye olması, NATO’nun aşırı yayılmasına ve gereksiz maliyet yüklenmesine neden olacaktır. Peki, ABD bunu neden istiyor?
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, ABD ve AB ülkelerine olan güveni sarstı. ABD hem Rusya’yı dengelemek hem de AB ülkelerini kontrol ederek eski gücüne kavuşmak istiyor. ABD, yeni dönemde AB üyesi olup da NATO üyesi olmayan hiçbir ülke kalmasın istiyor.”
Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine neden karşı çıkıyor? Çünkü Türkiye’nin kendi gündemi ve kendi stratejik hesapları var. Ne ABD ne de AB terörle mücadelede, Türkiye’nin menfaatleri doğrultusunda olan hiçbir kararı desteklemedi. O nedenle Türkiye’nin bu ittifak ilişkisinde söyleyecek çok sözü ve kullanacak yetkisi var.
Bunu da sonuna kadar kullanmalıdır.
Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkması, dünya siyasetinde çok geniş diplomatik dalgalara yol açmış görünüyor. Türkiye, her iki ülkenin de terör örgütlerine karşı açık, net bir tavrını görmek istiyor. Özellikle İsveç, PKK’ya maddi manevi açık destek veriyor. Terör örgütü mensupları için İsveç; kolayca cirit attıkları bir cennet!
Hükümeti dış politikadaki yanlışlarını şiddetle eleştiren bir yazar olarak; Hükümetin bu tavrını destekliyorum. Hükümet, bağımsız Türkiye duruşunu sergilemeye devam etmeli, beklentilerimiz sağlanana kadar, “İsveç ve Finlandiya bekleme odasına alınmalıdır.”
Eğer İsveç ve Finlandiya gelecek süreçte NATO üyesi olursa, RUSYA nasıl bir tavır sergileyecektir? Üzerinde düşünülmesi gereken konu budur? Putin; tüm bu gelişmeleri, “ABD’nin dış politikası çıkarları doğrultusunda suni olarak yaratılmış bir problem” olarak görüyor.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılım kararıyla ilgili olarak da açıklamalarda bulunan Putin, “İsveç ve Finlandiya ile sorunumuz yok. NATO’nun İsveç ve Finlandiya’ya genişlemesinde Rusya’ya doğrudan tehdit yok ancak askeri altyapının bu bölgeye genişletilmesi tepkimizi tetikleyecektir. Oluşturulacak tehditlere bakacağız ve buna göre tepki vereceğiz.” ifadelerini kullandı.
Biz iki ülkenin de PKK’ya destek vermesi yüzünden NATO’ya girmelerine engel çıkartıyoruz. Haklıyız da… Lakin NATO’nun baş koruyucusu ve destekçisi ABD değil mi? ABD, hiçbir zaman Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu aklına getirmedi.Ayrıca ABD’yi daima İsrail eksenli düşünmek gerekir. İsrail’in çıkarları neyi gerektiriyorsa, ABD onu yapar.
Finlandiya ve İsveç, Putin’in korkusundan veya duygusal tepkisellikle NATO’ya üye olmak istiyor. Bu makul karşılanabilir. Lakin bizim taleplerimiz de makul… Lakin dünya kamuoyunda, “Türkiye şiddetle karşı çıkıyor ama ABD, Türkiye’yi ikna eder” algısı var.
Bazı muhalefet temsilcileri ile kimi diplomasi uzmanları da aynı görüşü dillendiriyor.“Türkiye istemese de İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyesi olacağını, Erdoğan’ın ABD tarafından ikna edileceğini iddia ediyor. Gerekçeleri de “casusluk suçlaması ve darbecilerle ilişkisi olduğu iddiaları ile gözaltına alınan ABD’li evanjelist Rahip Andrew Brunson krizi ve Türkiye’de öldürülen Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı olayı…”
Birçok defa Brunson’un terörist olduğunu savunan Erdoğan, “Ver papazı al papazı” diyerek ABD’nin FETÖ elebaşı Fethullah Gülen’i iade etmesi çağrısında bulunmuştu. Erdoğan, “Bir papaz da sizde var. Üstelik bizdeki yargılanıyor, sizdeki yargılanmıyor” demişti.Sonra ne oldu? Erdoğan’ın Washington’daki en sıkı müttefiki gibi görünen Trump, birdenbire patladı. Türkiye’yi büyük yaptırımlarla tehdit etti. Ve Erdoğan’a zehir zemberek bir mektup gönderdi. Sonuçta ekonomi dalgalandı ve Türkiye krizin eşiğine geldi! Ve Brunson serbest bırakılarak iade edildi ama bizim istediğimiz FETÖ elebaşını teslim etmediler. Sözümüz her zamanki gibi havada kaldı.
Yine Kaşıkçı cinayetinde Erdoğan; “Buradan bir çağrı yapıyorum Kral Salman’a; olayın cereyan ettiği yer İstanbul’dur. Dolayısıyla bunun, bu 15 artı 3 kişinin yargılanması İstanbul’da yapılsın. Bu benim talebimdir” “demişti. Lakin kimse iade edilmediği gibi dava dosyası Suudi Arabistan’a iade edilerek dosya kapatıldı.
Sonuç olarak; Finlandiya ve İsveç ile ilgili talep ve beklentilerimiz de havada kalır mı? Bunu zaman gösterecek. Umarım isteklerimiz karşılanmadan tehdit veya ikna yolu ile kararımız değişmez.
Kanaatimiz odur ki; Türkiye, olası savaş senaryolarının doğrudan işin içinde yer almamalı, “Türk devlet aklı” ile hareket ederek, bir taraftan bağımsız Türkiye vurgusu yaparken, diğer taraftan barış girişimlerini çok akıllı diplomatik hamlelerle yürütmelidir.
Hamasi nutuklar ve iç siyaset hamleleri ülkeyi sıkıntıya sokar. Zira Türkiye’nin iki tarafla da sıkı bağları ve çıkarları bulunmaktadır.
1960’dan bugüne kadar ABD ile yaşanan başlıca krizleri başka bir yazımızda ele alalım. Neler olmuş neler…