Siyaset Dini
Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bu nedenle bireyler iktidarda ya da muhalefette olsun bir partiye gönül verebilir, destekleyebilir veya üye olarak aktif siyaset yapabilir.
Kimse inancından, kimliğinden veya düşüncelerinden dolayı ayrıma tabi tutularak kınanamaz.
Bir partiye destek vermek demokratik bir haktır. Lakin desteği dini vecibe gibi gösterilmesi yanlıştır. Siyasete göre bir din oluşturmadır ki, dini ana kurallarından uzaklaştırır. Bir AK Parti yöneticisi:
“Recep Tayyip Erdoğan’ı başımızda tutmak en büyük iştir. Oylarımızla Tayyip Bey’e destek verdiğimiz için hanelerimize sevap yazılmaya devam ediyor.”
AK Partiye oy verenler sevap işlerken, oy vermeyenler şeytanın emirlerini mi uyguluyor? Bu gibi söylemler AK Partiye zarar veriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’de 7 Temmuz 2005 tarihli konuşmasında şu ifadeleri kullanıyordu.“Din üzerinden siyaset yapmak, dini ideolojik bir araç haline getirmek, dini düşünceyi dogmalaştırmak ve din adına dışlayıcı siyaset yürütmek hem toplumsal barışa hem de siyasi çoğulculuğa zarar vermektir. Belki de en kötüsü, dini amacından saptırmak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu tutum, bana göre dine, demokrasiye ve insanlığa karşı ‘suikast’ düzenlemekten farksızdır.”
Bu düşüncelere noktasına, virgülüne kadar katılıyorum. Görüldüğü gibi AK Parti iktidarının ilk yıllarında demokrasi, hukuk ve insan hakları gibi evrensel değerlere daha çok vurgu yapılırdı.Geldiğimiz noktada; dış politikada yalnızlaştık ve ekonomide işler hiç de iyi gitmiyor. “Kişi başına gelirimiz 12 bin dolara çıkmışken, yanlış politikalar yüzünden 8.000 bine düştü…” Bunun nedeni olarak gösterilen, “dış güçler, iç ajanlar” söylemi, halkta karşılık bulmadı. Böyle olunca da, din vurgulu söylem daha da yoğunlaştı.
İktidarı desteklemenin dini bir görev gibi gösterilmesi doğru mu? Tabi ki doğru değildir. Sahabe bile ilk halifeleri özgürce eleştirmişken… İslam tarihçileri, “dinin siyasete alet edilmesinin ve farklı düşüncelere hoşgörü gösterilmemesinin” Muaviye ile başladığını yazıyor. Hz. Ali ile Muaviye arasındaki savaşın temelinde de siyasi iktidar hırsı yatıyor.
Osmanlı Devleti’nde on dokuzuncu asırda yetişen Türk devlet ve bilim adamı, tarihçi ve hukukçu Cevdet Paşa; “Muaviye’nin yanında hukukçular ağzını açamazlardı” diyor.Çağımızda devlet yönetiminde demokrasi, hukuk ve insan hak ve özgürlükleri esas alınmalıdır. Hiç olmazsa, tarihten ibret alınmalı, Emevilerin İslam dünyasını ne hale getirdiği dikkatle incelenmelidir.
Allah’a itaat, “Onun Kuran’da ve elçisinin tebliğ niteliğindeki emir ve iradesine uymak ile olur.” İktidara veya lidere itaat, dini bir görevmiş gibi kutsanamaz. Biz bunu böyle öğrendik!
Devlet gücünün hukuk ile sınırlandırılması, kuvvetler ayrılığının esas kılınması, devlet karşısında bireysel hak ve özgürlüklerin anayasa ile güvence altına alınması, yanlış uygulamalar yapan iktidarın eleştirilmesi ve denetlenmesi, modern demokrasinin gerekleridir. Bizde bu kavramlar gelişmediği ve kâğıt üzerinde kaldığı için hala kavgaları sürüyor.
Şimdi hep birlikte düşünelim! Tarihi ya da Arap kültürünü din zannedip, kutsayan bir toplum değil miyiz? Kaçımız dinimizi gerçek kaynaklardan ve Kuran’dan öğreniyoruz?
Hikâyeler ve menkıbelerle dinini öğrenen bir toplumda, eleştirel düşünce gelişmez. “Talimat almayı şeref sayan” ve “sorgusuz ve sualsiz biat” eden toplumların hali ortadadır.
Modern demokratik düşünceyi ülkemizde hâkim kılmak zorundayız.
Helalleşme
CHP lideri Kılıçdaroğlu grup toplantısında; “Açık yaralar var, biliyorum zor olacak ama kesinlikle yapacağız. 28 Şubatçıların açtığı yaraları kapatıp helalleşeceğiz” dedi. Helalleşme listesinde başka kesimler ve kişiler de var. Menderes vearkadaşları da olsa iyi olurdu! Eksiklikler var.
Ve kıyamet koptu.Bu sözlere en büyük tepkiyi iktidar cenahı ile militarist CHP yanlıları gösterdi. Ne diyorlar? “Helallik istemeye çıkacaksa önce Sincan’a, Buca’ya, Silivri’ye gitsin. Orada yatan generallere, “Siz bu ülkeye çok hizmetler yaptınız” desin.Yanlış yaptı, affetmiyoruz.” Bir kesim CHP milletvekilleri de, “Hazır iktidara geliyoruz. Erdoğan’dan hesap sormayı hedefliyoruz. Bu helalleşme nereden çıktı?” diye rahatsızlığını ortaya koydu.
Burada açıklanması gereken konu, “hukuk ile helalleşmenin” karıştırılıyor olmasıdır. Hukuk suç işlenmişse gereğine yapar. Helalleşme yerine, “yüzleşme” kullanılsa daha iyi olurdu.
İktidar helalleşme çağrısını samimi bulmadı. Erdoğan; “Sen önce benim başörtülü bacımla helalleş” dedi ve CHP’yi helalleşme üzerinden sert bir şekilde eleştirdi. İktidar yöneticilerinden ise, “Hakkımızı helal etmiyoruz” çıkışları geldi.
Anladığım kadarı ile helalleşme listesinde iktidar ve milletvekilleri yoktu! Her neyse amaç hâsıl olmuştur.
Hak hukuk ve adalet için yürüyen… İktidarı hedefleyen bir parti, toplumun tüm dinamiklerini kucaklamak… Hataları ve yanlışları ile yüzleşmek zorundadır. %25-30 arasına sıkışmış bir CHP, bazı açılımları yapmak zorundadır. Ben bu çağrıyı devrim niteliğinde görüyorum. Türkiye’nin çatışmaya değil, normalleşmeye ihtiyacı var.
Ayrıca Bu sözü sadece Kılıçtaroğlu kullanmadı. Korona salgını başlayınca Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Sıkıntıya düşen esnafımız, çalışanımız olduysa hepsinden helallik istiyoruz” demişti.
CHP lideri, seçimleri kazanmak için dindarlara, Kürtlere, Alevilere ve gayrimüslimlere mavi boncuk mu dağıtıyor? Samimiyetini ölçen bir aletimiz yok. Daha önce iktidar cenahı da, “Alevi Açılımı”, “Roman Açılımı”, Kürt Açılımı” gibi bazı stratejik politikalar izlemiş ve uygulamaya koymuştu.
Seçimi kazanmak için önce gönüllere girmek gerekiyor. AK Parti, geçmişte ev ev gezerek bu başarıyı yakalamıştı. Şimdi Kılıçtaroğlu, farklı kesimlerin gönlüne girmeyi deniyor!
Sonuç olarak; siyaseten ya da kalben söylenmiş bir sözün günlerce öfke ile tartışılması, ülke gündemini meşgul etmesi ve TV ekranlarına malzeme yapılmasını doğru bulmuyorum. Ülkenin gündemi ekonomidir. Halk fakirleşti, döviz çıldırdı, enflasyon arttı. Sosyal patlama mı bekleniyor? Kısır çekişmeleri bırakın!
İktidarı ile muhalefeti ile dertlere çare…
Günün Sözü:“Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı’yı kullanırlar.” Giordano Bruno,