Siyasette öfke ve hakaret dili yerine, eleştiri ve müzakere dilinin hâkim olması gerektiğine, bu ülkede yaşayan bir birey olarak hep inandım ve savundum.
Siyaset, neticede bir rekabettir.
Ülkenin sorunlarını bırakıp, rakiplere karşı şahsi husumet göstermek ya da garez duymak anlaşılır gibi değil.
Siyasetin şahsi güç kavgasına dönüşmesi… Türk siyasi hayatı ve kültürü için faydalı sonuçlar getirmeyecektir.
Bunu bilir, bunu söyleriz.
Cemil Meriç’in dediği gibi, “diyaloğun olmadığı ülke” kalkınamaz.
Birbirlerini anlayamaz.
Bu öfke dili nereye kadar gidecek?
Aklın ve iletişimin daha gerekli hale geldiği bir çağdayız.
- yüzyıldayız.
Topluma bir şeyler söyleyenler; husumet yerine diyalog dilini, hamaset yerine müzakere kültürünü geliştirmek zorundadır.
“Öfkeyle kalkan, zararla oturur.”, “Keskin sirkenin zararı küpünedir” gibi atasözlerimiz var ama öfkemize gem vurulamıyor.
Bazı söylemlerinde sert üslup kullanmasına rağmen, Akşener’in, ‘Memleket Masası’ önerisini zamanlama olarak doğru ve yerinde buldum.
Çünkü parti liderlerinin arasında diyalog olması kimsenin zararına olmaz.
Toplumu rahatlatır.
Bu öneriye MHP lideri Bahçeli, bilinen her zamanki öfkeli üslubuyla karşı çıktı ve ardından Erdoğan, masayı devirdi.
Konu şimdilik kapandı.
Türk siyasetinde öteden beri öfke dili kullanılır.
Geçmişte de halkı oy vermeye yönlendirmek amacıyla bu yöntem tercih edilir, sonrasında siyaset normal mecrasına dönerdi.
Hiç bu kadar düşman kamplara bölünmemiştik.
Ayrıca bu yaşıma kadar, siyasetin ve toplumun bu kadar gerildiğini de şahit olmadım.
Terörün can yaktığı, zamların tencereyi kaynatmadığı dönemlerde…
Protestolar, eleştiriler ve şikâyetler tabi ki olurdu.
Lakin siyasette öfke dili bu kadar yoğun kullanılmazdı.
Şiir okuyan, mizah yapan, insanları tebessüm ettiren, tok sesiyle öğütler veren liderleri gördü bu millet.
Yeri geldiğinde bir araya gelip tartışan…
İşte o nedenle… Öneri getiren, çözüm üreten, araştırma yapan ve yanlışları dile getiren eylem ve söylemlere kulak veren bir siyaseti…
Hepimiz özledik.
Siyasette öfke ve hakaret, sorunlarımıza çare ise hep beraber öfkelenelim.
“Siz vur deyin, biz öldürelim!”
Öfke dili siyaseten kazandırır mı?
Belki kısa sürede kazandırır. Ancak burada kritik olan nokta, öfkeli dilin eşlik ettiği siyasi eylemin “doğru” olmasıdır.
Çünkü öfke, meşruiyet sınırlarını zorlar ve denetlenmediği takdirde o sınırları aşarak konuşmacıyı zorda bırakır.
Ayrıca öfke sanatını kullanarak yaratılan imaj, doğru olmayan işler yapılınca…
İtibar kaybı başlar.
TV haberlerinde bazı parti sözcülerini hayret ve endişe ile izliyorum.
Ne bilgi ne seviye ne de derinlik var.
Sığ bunlar…
Ağızlarını açar açmaz, başlıyorlar hakaret, küfür ve tehditlere…
Bunlar ancak acizliğin göstergesidir.
Hz. Mevlana’nın güzel bir sözü vardır:
“Suskunluğum asaletimdendir… Her lafa verecek bir cevabım var…
Lakin bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye…”
Konuşmasalar halktan daha fazla destek görürler.
Derler ki, “her kes sepetinde olandan verir” veya “Küpte ne varsa dışına o sızar!”
Bunlar eksikliklerini öfke dili kullanarak kapatıyor.
Ya da yanılıyor olabilirim.
Adamlar derya deniz, biz göremiyoruz.
Rakiple siyasi rekabetin de bir ölçüsü ve bir üslubu olmalı.
Batı ülkelerinde örnekleri malum…
Farklılıkların zenginlik, “fikirlerin çeşitli olması rahmettir.”
Varsayalım ki, muhalif görüşlerde bulunanların görüşleri yanlış ve bu söylemlerden hiç hoşlanmadın!
Daha iyi ya… Onların konuşmalarını delil ve belgelerle boşa çıkarırsın olur biter.
Yalancı, iftiracı konuma düşerler.
İtirazdan ve eleştiriden niçin korkulur?
Kim eleştiriyorsa imha et gitsin!
Olmaz ki… Ülkenin sorunlarına çare değildir.
Tekrar ediyorum; Sorun-odaklı ve verilere dayalı tartışma ve uzlaşma yerine, kişilere kolayca hakaret ederek asıl sorunun gözden kaçırılması geçerli bir siyaset olamaz.
Bu millet, fırkacılıktan, partizanlıktan çok çekti.
Hala da çekiyor.
Siyasette, “hain” veya “alçak” gibi olumsuz tabirler gırla gidiyor.
Bu gerilim vatandaşa da olumsuz yansıyor.
Partiler; tabanını bu şekilde pekiştiriyor, safları sıklaştırıyor ya da koltuğu garantiye almanın yolunu bu şekilde buluyor olabilirler.
Belki de haklılar.
Belki de ülkenin sosyolojik yapısı, bağırmak ya da öfke dili kullanmak suretiyle halkta karşılık bulmaya uygundur.
Biz bilmiyoruz!
Ama öfke dilinin, siyasette gücün simgesi olarak görüldüğü toplumlarda durumun hep böyle olduğunu biliyoruz.
Bunu nereden anlıyoruz.
Sakin, uzlaşmacı ve ülkeye hizmet edecek bilgi ve deneyimde olan liderleri de hemen eleştiriye başlıyoruz.
“İyi adam ama sessiz”, “söz dalaşı yapamaz ya da yalan söyleyemez, bu nedenle halkı peşinden sürükleyemez”, “çok kibar ve nezaketli adam, siyasette onu yerler” gibi sözler sıkça dile getiriliyor.
DEVA Partisi Lideri, Ali Babacan’ın üslubu ve nezaketi toplumda karşılık buldu gibi.
Sakin konuşuyor ve polemiklere girmiyor.
Girerse kaybeder.
Biri diğerini yok etmeyi, yok edemeyip dize de getiremediğini ülkeden sürmeyi tasarlayan bir siyaset anlayışı…
Öfkeyi doğurur.
Öfke sel olup taştı mı, şiddeti çağırır.
Şiddet karşı şiddeti doğurur.
Bizim gibi ülkelerde, öfke giderek insanların toplumsal davranış hallerinden biri olmuşsa tehlike çanları çalmaya başlamıştır.
İnsanın olduğu yerde öfke de olur ama öfkenin bir sınırı olmalı ve kontrolü sağlanmalıdır.
Siyasette tarafların her biri, üstelik her an ve her durumda öfkeli iseler, toplum nasıl bir araya gelecek?
“Öfkeliyim de, öfkeliyim.”
Öfkenin kaynağında, sevgisizlik ve hoşgörüsüzlük vardır.
Ölüm listeleri hazırlayanlar… “Seninle bir yerde karşılaşmayalım…” diyenler, Birbirlerine sosyal medyadan açıkça tehdit edenler… Mermi sergisi açıp tehdit savuranlar…
Kim ya da kimlerden cesaret alıyor?
Huzur ve sükûnetin olmadığı böyle bir ortamda, çocuklarımızın ruhsal sağlığını koruyarak yetiştirmemiz imkânsızdır.
Geleceğimizi tehlikeye atıyoruz.
Çok sevdiğim bir büyüğümüz; “Bir insanın ifade tarzı kendini anlatır ya da tam tersi “insan ne ise öyle konuşur. Üslup-u beyan, ayniyle insan” derdi.
Kendisini rahmetle anıyorum.
Bir gün, hakaretten uzak olarak siyasetçilerin, doğru yolu bulmak için birbirlerinin düşüncelerini tartıştıklarını göreceğiz.
“Güzel günler göreceğiz çocuklar…”
GÜNÜ SÖZÜ. “Tek ortak duygu düşmanlık… Diyalog yok… Münakaşa, hakikati birlikte aramaktır. Hakikat bin bir cepheli, bin bir görünüşlü. Karşınızdaki, görmediğinizi gösterecek size. Farklı düşündüğü ölçüde yaratıcı ve öğreticidir… Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak kendimizi hataya mahkûm etmek değil midir?”
Cemil Meriç