Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu siyasi çıkmazda çıkabilmesi için Yusuf Akçura’nın üzerinde durduğu üç farklı siyaset tarzından birisi de İslamcılıktır.
İslamcılık; “İslam‘ın kişisel hayat dışında sosyal, kültürel ve politik alanlarda da yol gösterici kılınmasını hedefleyen, “politik-ideolojik hareketler” olarak tanımlanmaktadır.”.
Bu anlamda siyasal İslam, anti-emperyalist bir söylemi benimseyen, Osmanlı coğrafyasında yeşeren, bir ideoloji olarak ortaya çıkmıştır.Yusuf Akçura’nın izah ettiği İslamcılık; dünyadaki bütün Müslümanların bir araya getirilerek bir “İslam birliği” oluşturulması fikri ve eylemidir.
Osmanlı İmparatorluğu içinde bulunan gayrimüslimlerin Hıristiyan devletlerin tahriki ile isyan etmeleri ve bağlılıklarının şekilden öteye gitmemesi, İslamcılık akımının yaygınlaşmasında etkili olmuştur.Ayrıca İngiltere’nin desteğini çekmesi ve Rusya sınırında kendi himayesinde tampon devletler kurma girişimleri üzerine, yeni bir politika belirlemek zorunda kalınmıştır. Hilafet kurumunun harekete geçirilerek oluşturulması gereken yeni politika İslamcılık olarak belirlenmiştir.
II. Abdülhamit,“Müslüman nüfusun fazla olduğu tüm ülkelerin tek çatı altında birleştirilmesi,İslam toplumlarının ilerlemesini ve gelişimini sağlayarak, emperyalist devletlere karşı bir güç oluşturulması” düşüncesine dayanan, “ümmetçilik” siyasetini benimseyen bir padişahtır. Bu nedenle İslamcı düşünürler ve siyasetçiler, II. Abdülhamit’e hayranlık duyar ve onu “Ulu Hakan” olarak tanımlarlar.
Bu politikanın başarıya ulaştırılabilmesi için; Hicaz demiryolu projesi, telgraf hatlarının tesisi, tarikat şeyhleri ile yakın ilişki kurulması, aşiret reislerine hediye ve unvanlar verilmesi, eğitimde din derslerinin ağırlık kazanması gibi uygulamalar hızla hayata geçirilmiştir.
Yusuf Akçura, “Müslümanlıkta din ile devletin bir bütün olarak görülmesini, Kur’an’ın ana kanun niteliği taşımasını, Arapçanın din ve ilim dili olmasını, Halife’nin Müslümanlarca imam kabul edilmesini”, İslamcılığın kolayca yayılması için önemli faktörler olduğunu vurgulamıştır.
Tanzimat, Osmanlı toplulukları arasında siyasal ve hukuki eşitliğin sağlanması amacıyla ilan edilmiştir. İslamcılık fikri ile bu düşünce çatışmış, Müslüman tebaaya sahip büyük devletler isebu ideolojinin uygulanmasına karşı çıkmışlardır.
İslamcılık fikrinin en büyük muhaliflerinden birisi Ali kemal Bey’dir. Ona göre, “İslamcılık bir hayalden ibarettir. İslam tebaasına sahip Fransa, İngiltere ve Rusya gibi devletlere meydan okumak zorunluluğu vardır. Asya’daki, Afrika’daki ve Avrupa’daki Müslümanları birleştirmek zordur.”
Ferit Tek de İslam birliğinin gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu söyleyerek Akçura’nın İslam birliği fikrine karşı çıkmaktadır.
İslam Birliği’nin gerçekleşme olanağı var mıydı? İslam ülkeleri hiçbir evrede bir araya gelip, belirli konularda uzlaşmış bir topluluk değildir. Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiş, bunun üzerine 1914’de bütün Müslümanların Halife’nin yanında düşmana karşı savaşa çağrılması anlamına gelen “Cihad-ı Ekber” ilan edilmiştir.
Neticesi ne olmuştur? Arap ülkeleri bir araya gelmek bir yana Osmanlının karşısında yer almıştır.Bu olay, “İslamcılık” fikrinin yanlış olduğunun ve de yürümeyeceğinin açık bir göstergesi olarak ileri sürülmektedir.
Peki, günümüzde durum farklı mıdır? İslam dünyasının bağımsız ve birlikte hareket etmesi, askeri ve idari anlamda Batı sömürgesinden uzaklaşılması gibi temel konularda; birçok İslam ülkesi Türkiye’nin karşısında yer almaktadır ve BM’de aleyhimize oy kullanmaktadır.
İslam topluluklarının din anlayışı bile çok farklıdır. Vehhabi İslamcılığı, İran İslamcılığı ve Sufi İslamcılık Kuranı ve İslam’ı farklı yorumlamaktadır. İslam dünyasında kendisini İslamcı olarak nitelendiren farklı tipte, farklı yöntemleri benimsemiş çok sayıda grup bulunmaktadır. Bunların bir kısmı silahlı cihatçı Selefi örgütlerdir. Taliban, IŞİD, El Kaide…
İslamcılığın kuşattığı inanç dünyası, farklı seslere, farklı düşünce ve yorumlara izin vermemektedir. Din, kendilerinin dikte ettiği şekilde yaşanacak ve uymayanların cezalandırılması meşru olacaktır. Din ideolojiye dönüşürse kaçınılmaz sonuç budur!
Siyasal İslamcıların iktidarı ele geçirdiği ülkelerde ne kan ne de gözyaşı dinmekte, her türlü medeniyet yok edilmekte, Kuran’ı tarihle ve akılla yorumlayan insanlar kâfirlikle suçlanmaktadır.
“Hürriyet” ve “vatandaşların eşitliği” ilkesini savunan Meşrutiyet İslamcılarının fikir derinliği ve akıl zenginliği bugünkülerde yoktur.Yıllardır “mağdur” olan ve haksız yere bazı hakları sınırlanan İslamcılar,gücü ele geçirince kendi gibi düşünmeyenleri; “kâfir”, “zındık”, “hain” ya da “terörist” olarak suçlamaktan bir sakınca görmemektedir.
Günümüzde ilim ve düşünce düzeyinde yüksek değere sahip, İslamcılar yok mu? Tabi ki var. Burada kastedilen İslamcı düşüncenin siyasi hareket olarak güç kaybettiğidir. Yazar Kemal Öztürk, bunu “sığ sulara çekilmek” olarak tanımlamakta, büyük düşüncelerin ancak “okyanus derinliğinde bulunacağını” savunmaktadır.
Ayrıca kendisini siyasal İslamcı olarak tanıtan bazı yazar ve çizerlerin, mevcut iktidarı savunmak adına geliştirdiği komplo teorileri, çatışmacı tavır ve siyasi tetikçilik… İslam düşüncesinin derinliğini yok etmekte ve siyaset yolunda harcanmasına yol açmaktadır.
Bunun farkına varan, Abdurrahman Dilipak ve Ahmet Taşgetiren gibi aklıselim siyasal İslamcı yazarlar ise; “İslam’ın ahlaki değerlerinden… Hak, hukuk ve adalet düşüncesinden uzaklaşıldığını, çıkar ilişkilerine girilerek yozlaşıldığını ve davanın özünden uzaklaşıldığını” ileri sürmektedir.
Bu bir hayal kırıklığıdır!İslamcıların hayal kırıklığı yaratmasının bir nedeni de, devletle bütünleşmeleridir. Zira FETÖ gibi bazı cemaat ve tarikatların devlet içerisindeki güç savaşları halen devam etmektedir.
Osmanlıya yar olmayan İslamcılık, Türkiye’nin son dönemlerinde başarılı bir sınav verememiştir. İslamcı yazarların deyimi ile “Türkiye’de İslamcılık ölmüştür!” El Fatiha