İngilizlerin Filistin’i terki ve İsrail Devleti’nin kurulması
İsrail güçlerinin Gazze Şeridi içindeki “kara faaliyetlerini” sürdürüyor. Medyada yayınlanan görüntülerde harabeye dönmüş Gazze’nin kenar bölgelerinde İsrail askerleri ve zırhlıları görülüyor.
Savaşın bile bir hukuku vardır. İsrail, uluslararası normları ve insan haklarını hiçe saymakta, Müslüman- Hristiyan ayrımı yapmadan masum Filistin halkını vahşice katletmektedir. Böylesi bir vahşete engel olamayan BM; bu saatten sonra insan haklarını nasıl savunacaktır? Nasıl demokrasi, nasıl barış ve hukuktan bahsedebilecektir? Tarihe bir utanç vesikası olarak geçeceklerin başında İsrail, ABD ve bazı AB ülkeleri de yer almaktadır.
Filistin-İsrail çatışmalarının tarihsel sürecini analiz etmeye devam edelim. Filistin, 1516 tarihinde Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı hâkimiyetine girmiş ve 1917 Aralık ayına kadar Osmanlı idaresi altında kalmış bir bölgedir. 1917’de, I. Dünya Savaşı sırasında, İngilizler Kudüs’ü ele geçirdi ve Filistin’in Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasına yol açtı.
Savaşın kaybedilmesinin nedeni, sadece Arapların Osmanlı ordusunu arkadan vurması mıdır? Toprak kaybını sadece Filistinlilere bağlamak doğru bir yaklaşım olmaz ama Şerif Hüseyin’in İngiliz ajanı Edward Lawrence ile bir olarak ve tarihe Akabe baskını olarak geçecek ihanete imza attığı gerçeğini de ortadan kaldırmaz. Şerif Hüseyin, Osmanlı Hükümeti’nin Müslümanlığın kutsal değerlerini ve Arapların haklarını çiğnediği iddialarını sebep göstererek isyan etmiştir. Tabi ki, İngilizlerin desteği ve kışkırtması ile.
Ne olmuştur, Akabe baskınında? 1915 yılında I. Dünya Savaşı’ndan sonra İngilizlerin kışkırtması ile ayaklanan Arap göçebeleri Türk kalesine saldırmış ve Tüm Türk askerlerini katletmiştir. Bu sayının bazı kaynaklara göre 14.000 olduğu ifade edilmektedir. İngilizlerin eline geçen Akabe 1946 yılında Ürdün’ün bir şehri haline gelmiştir.
Siyasal İslamcılar; Arap yarımadasında Türk, Türkiye’de Arap nefreti oluşturulmak isteniyor. ‘Araplar bize ihanet etti’ gibi söylemler işte bu politik ajandanın ürünüdür” diyor. Ne geçmişte ne de günümüzde Arap ülkelerinin lider ve yöneticilerinin niçin Filistin halkının yanında veya Türkiye’nin yanında olmadığını açıklayamıyor. Biz Arap halklarına değil, onların Amerikan uşağı olan yöneticilerine ve uydurdukları din anlayışına karşıyız!
Bugün Filistin’deki çatışmaları basit bir sınır anlaşmazlığı gibi göstermek ya da görmek gerçekçi olmaz, gerçekte Batı sömürgeciliğinin desteğiyle topraklarından temizlenmek istenen bir Filistin halkı var.
Ne uğruna? Büyük İsrail Projesi ile sözde “vaat edilen toprakların” ele geçirilmesi ve Büyük İsrail’in kuruluşu istenmektedir. En büyük yardımı da gizli ya da açık Batı destekli zengin Arap ülkeleri veriyor!
İsrail ve Arap halkları için mücadele eden gurupların şiddeti artırması neticesi, şiddetin ucu İngilizlere de uzandı. 1947’de Birleşmiş Milletler (BM), Filistin’in Yahudi ve Arap devletlerine bölünmesini ve Kudüs’ün BM gözetiminde özel statülü ayrı bir şehir olmasını oyladı. Lakin Araplar bunu reddetti. Yahudiler ise Avrupa’nın desteğini almak için kabul eder göründü.
“Ne İsa’ya ne de Musa’ya” yaranamayan İngilizler, bu kararın uygulanamayacağını görüp, ağır kayıplar vermeye başlayınca 1948’de ülkeyi terk etti. Bunu fırsat bilen Yahudi liderler İsrail devletinin kurulduğunu ilan etti.
İsrail Filistin çatışmaları nasıl başladı? BM, uygulanamayacağını bile bile 15 Mayıs 1947’de onaylanan kararın yürürlüğe girdiğini açıkladı, birçok Filistinli buna karşı çıktı. Bu olay, Arap-İsrail çatışmasının başlangıcı olan 1947-1949 Filistin savaşıyla sonuçlandı. Savaş sonucunda yüz binlerce Filistinli topraklarını terk etmek zorunda kaldı ya da evlerinden zorla çıkarıldı.
Savaşa Filistin’e komşu Arap ülkeleri de dâhil oldu ve askeri birlikleri bazı bölgeleri işgal etti. Örneğin; Ürdün, batısında yer alan ve Batı Şeria olarak bilinen toprakları, Mısır ise sınırında küçük bir kıyı bölgesi olan Gazze Şeridi’ni işgal etti. Kudüs şehri, Batı’da İsrail kuvvetleri ve Doğu’da Ürdün kuvvetleri arasında bölünmüştü. Çatışmalar ertesi yıl ateşkesle sona erdiğinde İsrail bölgenin çoğunu kontrol ediyordu. İsrail’in kurulması, Avrupa’dan ve Yahudilerin yaşadığı Arap ülkelerinden bu topraklara büyük bir Yahudi göçüne yol açtı. Filistinliler, 15 Mayıs’ı kara bir gün olarak gördüklerinden, bugünü “Felaket Günü” olarak anmaya başladı.
1967’de İsrail, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’nın yanı sıra Suriye’ye ait Golan Tepeleri, Gazze ve Mısır’a ait Sina yarımadasının büyük bölümünü işgal etti. Daha sonra İsrail Gazze’den çekildi ama Batı Şeria’yı işgal altında tutuyor. Ve buradan göç eden Filistinli mültecilerin topraklarına geri dönmesine “güvenlik gerekçesi” ile müsaade etmedi.
İsrailliler ve Filistinliler zaman zaman barış sürecine girmelerine rağmen, nihai bir barış anlaşmasına varamadılar. 1993 yılında bölge için dönüm noktası sayılan ama İsrail tarafından işletilmeyen Oslo anlaşması imzalandı. Bu anlaşma, iki devletli bir çözüm öneriyordu. Ancak İsrail Başbakanı Izak Rabin’in fanatik bir Yahudi tarafından öldürülmesi barış umutlarını ileri bir tarihe erteledi. Belki de sonsuzluğa gömüldü!
Özellikle Izak Rabin’in öldürülmesi Ardından Netanyahu’nun radikal Musevilere dayanarak kıl payı iktidara gelmesi hem bölge için hem de Filistin lideri Yaser Arafat için en büyük talihsizlikti. Zira “Filistinliler Gazze Şeridi‘nde ve Batı Şeria‘daki 165 mıntıkada İsrail askeri işgaline maruz kalmaya devam etti.”
Hamas’ın, 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’e yönelik son yılların en büyük saldırısını gerçekleştirmesi, Filistin’de yangını yeniden körükledi. Toplanan İsrail kabinesi Filistin’e karşı savaş açtı. Bugüne kadar 8000’e yakın masum insanın; hastane, okul, pazar yeri, meydan ve konutlarda hava bombardımanı ile katledildiği konuşuluyor.
İsrail 1973’teki Yom Kippur Savaşı’ndan bu yana ilk kez resmî olarak savaş ilan etmiş oldu. Yom Kippur Savaşı, Mısır ve Suriye liderliğindeki Arap devletlerinin 1973 yılında İsrail‘e karşı başlattığı bir savaştır. Yahudi dinî bayramı “Kippur ’un” kutlandığı tarihlerde ilk defa Mısır’ın sürpriz saldırı hamlesiyle başladığı için bu adla anılır.
Hamas, İsrail’e yeterli güce sahip olmadığı halde neden saldırdı? İsrail bu olayı bahane ederek, “taş üstünde taş, baş üstünde baş” bırakmamaya neden bu kadar istekli?
Ortadoğu’da kazan kaynıyor. Büyük İsrail Projesi adım adım işliyor. Filistin- İsrail sorunu çatışarak çözülemez. “Ordu Gazze’ye…” diyenler, İsrail’in din savaşları projesine hizmet etmektedir. Olayı Hilal-Haç savaşı olarak görmek, İsrail’in kirli değirmenine su taşımaktır.
Nuri Gürgür’ün ifade ettiği gibi, “Türkiye 7 Ekim‘den bu yana doğru bir tavır aldı; meselenin çatışarak değil, Filistinlilerin haklarının tanınarak siyasi yollardan çözülebileceğini belirten açıklamalar ve itidal çağrıları yapıldı. İleriki günlerde de bu üslup sürdürülmelidir.”
28 Ekim’de devlet yönetenlerin de içerisinde yer aldığı ve bazı siyasi partilerin organize ettiği “Filistin’e Destek…” mitingi düzenlendi. Mitingleri ve protestoları halk yaparsa daha etkili olur. Devlet miting yapmaz, gereğini yapar. Bunun yansıması olarak; bazı grupların, tarikat ve cemaatlerin duygusal gösterileri olabilir; bunun meydanlara taşınarak kışkırtıcı aşamaya getirilmesine izin verilmemelidir. İsrail’in tüm Arap ülkelerinde tarikat kurdurarak kendi ajanlarını önemli mevkilere getirdiklerini unutmayalım! “Tel Aviv İslam Üniversitesi” olayını ayrıca yazacağım.
On yıl kadar önce İslamcı çevrelerin “Gazze ambargosunu deleceğiz” diyerek yol açtıkları “Mavi Marmara olayı” gibi dış politikamızı olumsuz etkileyen olaylar olmuştu. Neticede bunlara ne devlet ne de Erdoğan sahip çıktı.
Gelecek yazımızda, “Filistin devlet olarak ne zaman tanındı? Kudüs neden çatışmaların ana konusu oluyor? ABD, İsrail’i neden destekliyor? İsrail ile Filistin arasında temel sorunlar çözülmeden savaş durur mu?” gibi konulara değineceğim.