Kamuoyunda “kısmi özel af yasası” olarak da tanımlanan, “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, Meclis’te kabul edildi.
Meclise sunulduğu ilk günden itibaren gerek muhalefet gerekse kamuoyunun ve akademisyenlerin yönelttiği yoğun eleştirileri dikkate alınmadı.
Cumhur ittifakını oluşturan AK Parti ve MHP üyelerinden bu yasa ile ilgili hiçbir eleştiri duymadık.
Hepsi noktasına virgülüne hemfikirler! Kapı arkasında farklı konuşsalar da…
Çünkü “Parti disiplini” adı altında sunulan tasarıyı onaylamak zorunda bırakıldılar.
Hâlbuki sağlıklı demokrasilerde parlamentolar, müzakere ve uzlaşma yoluyla Meclis’teki çoğunluğun da ortak aklı aradığı yasama kurumlarıdır.
Bunun amacı, çıkarılan bir yasanın yüksek oranda uygulanabilirliğini ve kamuoyu genelinde kabul görmesini sağlamaktır.
Diğer türlü TBMM, “Kanun makinesi” haline gelir ki, bu ülke için hayırlı neticeler doğurmaz.
Söz konusu yasanın öne alınmasında “Kovid-19” salgınının etkisinin büyük olduğu aşikârdır.
Cezaevleri hınca hınç dolu, yatacak yer bile yok.
Bu düzenleme ile yaklaşık 90 bin kişi tahliye edilecek, böylece diğer mahkûmlara yer açılacak!
Hukuk devletinde, suçluların sosyalleştirilmesi, yani topluma kazandırma çabaları hapse atmaktan daha önemlidir.
Bu yapılmadan cezaevinde çıkan, daha ağır suçları işleyerek geri dönüyor, bu nedenle toplum af kelimesinden korkar hale getirildi.
Biraz da cezaevlerinde yer açma telaşıyla yapılan, iç tutarlığı olmayan bir infaz yasası umarız büyük sorunlara yol açmaz.
Kişilere karşı suç işleyip mahkûm olan insanların serbest kalıp, yeniden toplum hayatına karışmaları, toplumda, “yapanın yanına kâr kaldığı” algısını pekiştir ki, bu bile kaygı ve endişe vericidir.
Bu yüzden, “Rahşan Yasası” olarak nitelendirilen yasa, geçmişte çok eleştirildi, tartışıldı.
Bunun önüne geçmek için, adil ve eşitlikçi bir infaz yasası yapılması gerekirdi.
Yapılamadı.
Cumhurbaşkanımızın kendisi bile düşüncesinden dolayı haksız yere cezaevinde yatmış ve bugün bu makamlara kadar gelebilmiştir.
Millet isterse olur.
Ancak öteden beri dile getirdiği, “devlet kendine karşı suçları affedebilir, kişilere karşı suçları affedemez.”
Bu söz bile dikkate alınmamıştır.
Terör suçları, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar,
Kasten öldürme suçları,
Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar,
Ve uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti gibi suçlar kapsam dışı bırakıldı.
Organize suç örgütlerinin(mafya) işledikleri suçlara, öldürme, hırsızlık, kaçakçılık, yolsuzluk, gasp, rüşvet, zimmet, irtikâp gibi suçlar ile küçük yaştaki kızların evlendirilmesine belirli infaz indirimleri var.
Ama sosyal medyada bir paylaşım yapana ya da basın açıklaması yapana yok!
Bunda “ölçülülük” esası uygulandı mı?
Tepkiler buna…
Demokratik hukuk devletinde, şiddet çağrısı içermedikçe ve ırkçı söyleme dönüşmedikçe düşünce suçuna yer yoktur.
Onun için, AYM “ölçülülük” ilkesine uymayan cezalandırmaları hak ihlal saymakta, düzenlemeleri iptal etmektedir.
.
Zira sosyal ve mesleki ilişkileri, “örgütsel bağ” diye damgalayınca “örgüt” diye ‘gerekçe’ uydurulabiliyor.
Bunu yaşadık.
Hâlbuki “örgütün suç oluşturan eylemlerini bilerek, onun emirle hareket etmek üyelik suçunu oluşturur.”
Bu tanıma giren kişilerin cezalandırılması, devletin kendisini koruma refleksidir ki, yerinde bir karardır.
Böyle uygulamalara, terör örgütü elemanları ve yandaşları dışında, itiraz eden de olmaz.
İsterse olsun.
Bunu yapmayıp, her önüne gelen eleştiri ya da şikâyeti, varsayımlara dayanarak “örgüt üyesi” ve “örgüt üyesi olmadan propaganda” suçlaması yaparsan adalete zarar verirsin.
Olmaz demeyin!
Bu memlekette “FETÖ Yargısı”, uyduruk gerekçelerle, sahte delillerle Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’u örgüt yönetici diye tutuklamadı mı?
Bu hukuki incelik gösterilmeden siyaseten veya çekinilerek verilmiş birçok mahkûmiyet kararı vardır.
Hele propaganda suçunda hukuki ölçü tamamen kaybolmuştur.
Düşünce açıklama niteliğinde alan açıklamalar, terör eylemlerini özendirmedikçe af kapsamında değerlendirilebilirdi.
Bu yüzden hukukun üstünlüğü bakımından, AİHM sıralamalarında çok aşağılara doğru inmeye devam edeceğiz.
Yazık!
Bu yasanın iyi tarafları yok mu?
Tabi ki var. “İnfaz Hâkimliği” kurumunun geliştirilmesi, hamilelerle ağır hastalar için adli kontrol gibi…
Bizim konumuz eksiklikler olduğu için ona değiniyoruz.
Yanlış yorumlanmasın.
“Kişilere göre yasa!” olur mu?
Niyet o olmasa bile, hangi “suçların”, hangi ilkelere göre infazının düzenlenmesi gerektiğine değil de, hangi “suçluların cezasının indirileceğine bakılırsa, bu sonuç ortaya çıkar.
Yeni yasa ile organize suç örgütlerinin cezası artırıldı.
İyi de oldu.
O zaman deli taylarım şu soruyu soruyor: “Organize suç örgütü” konusu neden infaz indirimine alındı?
Kamuoyunun algıladığı gibi, amaç; bazı çete reislerinin geçmişte işlediği suçlardan indirime gidilerek, dışarı çıkmasını sağlamak mıdır?
Hukukta, “suç ve cezanın denkliği, objektiflik, ölçülülük, eşitlik” gibi kavramlar önemlidir.
Bunda hangisine uyuldu, bilmek isteriz.
İsminin başında adalet olan, Türk milletinin daha çok özgürlük ve demokrasi, aş ve iş adına,17 yıldır bağrına bastığı bir siyasi irade, birileri tarafından oyuna getiriliyor.
Bunca hizmetlerini gölgelercesine…
Benim değerlendirmem ve korkum budur.
Modern hukukta devlete karşı, kişiye karşı diye bir infaz ayrımına gidilemez.
Başka bir deyişle, katille mağdur tarafı barışsa bile suç ve ceza ortadan kalkmaz.
Ne yapılır?
Savcı “kamu” adına suçların hepsini takip eder.
Günlük siyasi ihtiyaçlarına göre söylenen sözler, yapılan çelişkili düzenlemeler ve kararlar Türkiye’nin hukuk imajını sarsıyor.
En kötüsü de, toplumda ki adalet duygusu zedeleniyor.
“Adalet Mülkün temelidir.”
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.”
Bizde ise hemen suçlu ilan edilirsiniz.
Bırakın tutuklanmayı, bir şikâyet üzerine yargılanmanız bile suçtur.
İşinizi kaybedebilir, itibarınızı yitirebilirsiniz.
Sonuçta aklansanız bile bir önemi yoktur.
Bu nedenle, “tutuksuz yargılanma kural, tutuklanma istisnadır” kuralını işletmekte cezaevlerindeki yığılmaları önleyecektir.
Ne var ki, bu kuralların sıkça ihlali sonucu tutuklu sayısı, hükümlülere göre çok sınırlı kalması gerekirken giderek yükselmiştir.
Keşke tutuklular konusunda da bir düzenlemeye gidilseydi.
Sırf bu yüzden, tutuklulara özgü düzenleme içermeyen öneri, anayasanın amir hükümlerine, eşitlik ilkesine ve kamu yararına aykırı olduğu gerekçesi ile AYM tarafından iptal edilebilir.
Ayrıca bu yasa, AİHS’nin 14. maddesinde düzenlenen “ayrımcılık” yasağına aykırıdır.
“Ben tanımıyorum” deniyorsa, o başka bir konudur.
Bu infaz paketi, “Yargı Reform Paketi” adı altında hazırlandı. Amacı ise “hukuk sistemimizi toplumsal ihtiyaçlara cevap verecek şekilde adil hale getirmek” olarak sunuldu.
Adil yargılamayı korumak ve hukukun üstünlüğünü esas almak gibi bir yaklaşım esas alınması gerekirken, korku ve kaygıya dayalı bir düzenleme çıktı.
Beklenen neydi?
Adil ve eşitliğin dikkate alındığı, anayasaya ve evrensel hukuka uygun ve meşruiyet açısından sorunlu olmayan bir düzenleme.
Muhalif çizgide olan insanların soruşturulmalarını, yargılanmalarını, mahkûm edilebilmelerini mümkün kılabilecek bir esnekliği taşıyan yasalar tehlikelidir.
Bir güvenlik uzmanı olarak gördük ki, cezaların caydırıcı olabilmesi için ceza miktarlarının fazla bir etkisi olmamakta, cezaların adil ve eşit olarak infaz edilebilmesi daha çok önem taşımaktadır.
Milliyetçi ve muhafazakâr bir çizgide olduğum için, yaptığım eleştirilerin bazılarının hoşuna gitmediğini biliyorum.
Amacım; üzüm yemektir, bağcıyı dövmek değil.
Hukuk gün gelir, çıkarana da lazım olur.
Onun için hukukun genleri ile oynanmamalıdır.
Günün Sözü: “Afta hata, cezada hatadan iyidir” Hz. Muhammed.
.
.