Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi, ilahiyatçı Prof. Dr. Şahin Filiz, “Siyasallaştırılan İslam’dan, şatafatlı İslamcı sosyeteye doğru evrilme, yalnız İslam dinini değil, onun paylaştığı ortak evrensel değerleri tartışılır hale getirmiştir.
İnanan bir insan, mal-mülk sahibi olabilir; İslam bol kazanç ve rahat bir yaşama düşman değildir. Ancak bunları elde etme yolları ve elde ettikten sonra yararlanma yöntemlerini gözden geçirir; eleştirir. Helal yoldan kazanılan helal yolla tüketilir, paylaşılır ve dağıtılır. Oysa her dönem değişen siyasal paradigmalara göre değişen ahlak yasaları yoktur.
Yeni muhafazakarlık, radikal İslamcılığın yumuşak gücü, İslamcı sosyete ise bu yumuşak gücün, dünyeviliğe egemen oluşunu simgeleyen din-dışı çılgınlığıdır” diyor.
Ahlak, dinlerin özü ve asıl doğasıdır. İslam’ı bir ahlak ve erdem dini olmaktan çıkarıp, siyaset ve çıkar ilişkilerine, çılgın kutlamalara indirgerseniz, ortada din diye bir şey kalmaz. Dinde soğumayı ve “Deist -Ateist” sayısındaki artışı da bu bakış açısı ile değerlendirmek gerekir.
Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Erbaş’ın TOGG için dua etmesine rağmen, 15 milyonluk makam aracı Audi’ye binmesi haklı olarak tepkilere yol açtı. Çünkü bugüne kadar hiçbir Diyanet Başkanı bu kadar siyasete bulaşmamış ve şatafatlı arabalara binmemişti. Bir de gündemde Menzil şeyhi var.
Menzil şeyhinin yaşadığı alan, ziyafetleri ve kıyafetleri ile bindiği araç göz kamaştırıyor. Nereden geliyor bu yoğurdun bolluğu? Diyanet, tarikatlar ve cemaatler; Halka sabır ve şükür tavsiye edip, fakirliğin faziletlerinden bahsederken devleti yöneten kamu görevlilerinin yaşantısı ve bindiği lüks araçlar dudak uçuklatmaya devam ediyor.
Manisa’nın Yunus Emre İlçesi’nin eski AKP’li belediye başkanı Mehmet Çerçi’nin şatafatlı lüks makam odası ile ilgili tartışma sürerken, milyonluk saatiyle gündeme gelen Rolex saatli, AKP Grup Başkanvekili Bahadır Yenişehirlioğlu’nun burayı ziyaretine dair görüntüsü de gündem oldu. Görüntüde, lüks makam odasına gören Yenişehirlioğlu, “Çok sevdim ya, bayıldım, Dolmabahçe Sarayı gibi” diyor.
AKP milletvekili Şebnem Bursalı, Monaco’da ultra lüks ve pahalı bir restoranda yediği ıstakozu paylaşınca kıyamet koptu! Başta bazı AKP’liler olmak üzere halkın tepkisini çekti, hedef oldu. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Şebnem Bursalı Meclis’te AKP’li bazı vekillerce kraliçe gibi karşılandı. Herkes öpme kuyruğuna girdi.
Hadi diyelim ki Şebnem Bursalı, seküler bir siyasetçi. Ya muhafazakâr zenginlerin yaptığı, gösterişli ve şatafatlı etkinliklere ne demeli? Bekarlığa veda, kına gecesi, düğün, mevlit, doğum, hamilelik, hoş geldin partisi gibi organizasyonlarda lüksün zirve yapması ne dinde ne de toplum kurallarında hoş karşılanmıyor.
Halkın mutlu ve refah yaşadığı… Halkın kolayca Rolex takıp, ıstakoz yiyebildiği bir ülkede bu görüntüler gündeme bile gelmez. Lakin halkın büyük bir kısmının geçim sıkıntısı çektiği ve açlık sınırında yaşadığı bir ülkede siyasiler ve yöneticiler lüks ve şatafat içerisinde yaşayamaz. Hz. Ali der ki: “Eğer Müslümanların yaşadığı bir şehirde fakir görürseniz bilin ki; O şehrin yöneticileri halkın malını çalıyorlar.”
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, İslam ülkelerindeki fakirliğe ve insanların yaşadığı zor şartlara dikkat çekerek, “Bir tarafta asli ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan milyonlarca insan varken, bir tarafta milyarlarca dolar lüks için, şatafat için harcanabiliyor.” dedi.
Heyhat her kelimesi doğru. Lakin Külliye ’de ve kamu kurum ve kuruluşlarında israfta sınır yok. Saray sofraları, lüks oto sayıları ve uçak filoları dikkat çekiyor. Böyle olunca da her bakanlık Saray’ı örnek alarak lüks ve şatafatta yarışa geçiyor. Ne demiş atalar? “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı…”
Rahmetli Uğur Mumcu, “Siyaset-Ticaret-Tarikat üçgeni” kavramına özellikle değinir, dinin siyaseten istismar edildiğini ve ticari amaçlar için kullanıldığını yazardı. Ve bizim eski mahallede kıyamet kopardı! Ne solculuğu kalırdı ne de komünistliği… Siyasal İslamcıların egemen olduğu günümüzde haklılığı bir kez daha ortaya çıktı.
Siyasetin iyice cıvıdığı, siyasete güvenin kalmadığı ve halkın bıkkınlık getirdiği bir süreçten geçiyoruz. Ülkede lüks ve şatafat akla geldiğinde en çok konuşulan doğal olarak siyaset ve siyasetçi! Ne yazık ki çözümü de siyaset kurumunda! Lakin bu adaletsiz düzenin devamından yana olan, düzeni değiştirmek veya en azından düzene çeki düzen vermek istemeyen politikacıların hiç de öyle bir derdi yok.
Batıda siyaset bizdekinden oldukça farklı. “Almanya Başbakanı Angela Merkel, görevini bıraktıktan sonra olağan bir insan gibi yaşantısına devam ediyor. Tarifeli uçağa biniyor, sıradan insanlar gibi sokakta pazarda dolaşıyor. Etrafında koruma ordusu, şatafat yok. Görevdeyken bile mütevazi makam aracı ve bir iki koruması vardı.”
Japon Cumhurbaşkanı ve bakanlar, görevle ilgili olsa bile uzun mesafeli ülkelere tarifeli uçakla gidiyor. Odası bizim bir şube müdürünün odası ile kıyas edilecek kadar sade ve gösterişsiz.
Türkiye’ye gelen Hollanda Başbakanı Rutte, Türkiye biletini kendi cebinden Türk Hava Yolları’nın tarifeli uçağıyla almış. Rutte, bu görüşmeyi Hollanda Başbakanı olarak değil, NATO’nun Genel Sekreterliği adaylığına destek almak için yapması nedeniyle bu şekilde davrandığını söylemiş. Yani bu görüşmeyi şahsi meselesi olarak nitelendirmiş.
Almanya, Japonya ve Hollanda zengin ve gelişmiş ülkeler…Bu ülkeler ile Türkiye’nin milli geliri ve bütçe açığı karşılaştırılamaz! Bu ülkeleri yönetenler tasarruf yaparken, Türkiye’yi yönetenler, neden onları örnek almıyor? Sürekli söylemlerinde Hz. Ömer’in hayatından ve adaletinden bahsedenler, sıra uygulamaya geldi mi, yan çiziyor!
Hz. Ömer’e atfedilen bir rivayete göre; “Bir gece Hz. Ömer’in makamına Hz. Osman gelir. Hz. Ömer odadaki mumu söndürür, dolaptan aldığı başka bir mum yakar. Sebebinin sorulması üzerine; “Demin devlet işi yapıyordum. Mum da devletin malı idi. Özel işlerimi o mumla yapamazdım. O mum beytülmalin parası ile alındı. Onun için söndürüp kendi mumumu yaktım” der. Onu örnek aldığını söyleyenler, “Temsilde ve itibarda tasarruf olmaz” anlayışı ile ülkeyi yönetiyor. Bu bir çelişki değil mi?
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 16 Ocak 2024’te valilere hitaben: “Ben defterleri sonuna kadar kullanıyorum. Kâğıt falan kullanmıyorum… Bu babamızın parası değil. Hepimizin parası, milletin parası. 2,7 trilyon lira bütçe açığı vereceğiz arkadaşlar. Onun için lütfen tasarruf tedbirleri konusunda maksimum hassasiyet gösterin” diyor. Şimdi soralım! Devlet gücünü kullanan makamlarda bir tasarruf görüldü mü?
Şimşek, bir A4 kağıdının hesabını yaparken ve emeklileri namerde muhtaç ederken; Uçak filolarını, ihtiyaç fazlası lüks makam arabalarını, şatafatlı makam odalarını, üçer beşli ballı-kaymaklı maaşları görmüyor mu? Tabi ki görüyor ama oralara el atamıyor! “Tehlikeli bölge…” Dağın doruklarında tasarruf, Haziran’da başlayacakmış. Halbuki tasarrufun inandırıcı olması için Saray’da başlanması gerekmez mi? İlk icraatı İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya kısmen başlatmış. Gerisi gelir, inşallah.
Binalar, hastaneler, hapishaneler, havaalanları ve duble yollar devletin güçlü ve zengin olduğunu göstermez. Batılılar, gelişmiş ülke olmanın şartları olarak; ülkelerin hukuk ve demokrasi endeksine, bir de halkın yaşam koşullarının iyi olup olmadığına bakarlar. Bilirler ki, her türlü “lüks, cafcafa, şaşa ve gösteriş” milletin ödediği vergilerden karşılanıyor. Hatta asgari ücretle açlık sınırında yaşamak zorunda bırakılanların cebinden alınan vergilerle ihtişamlı yaşamayı anlayamazlar!
“İtibardan tasarruf olmaz.” Peki, halkı donuna kadar borçlandırılmış bir ülke itibarlı olur mu? Bütçe açığı olan fakir ülkelerde itibar, ancak tasarrufla sağlanır. Taha Akyol’un dediği gibi, “siyaset, eğer bir gün ihtişam ve gösterişten arınırsa o zaman Türkiye çok daha adil, özgür ve demokrasinin tek güç olduğu ülke olacaktır.”