Mülteciler ve mültecilik konusu ülkenin gündemini daha uzun yıllar meşgul edeceğe benziyor. Bu konudaki değerlendirmeleri ‘pozitif, negatif ve nötr’ olmak üzere üç kategoride ele alabiliriz.
Toplumun bir kesimi ve iktidar; özellikle Suriyeli sığınmacılar olayını ENSAR ve MUHACİR kavramları ile açıklarken, muhalefetin önemli bir kesimi, ülkenin BEKA sorunu olarak görüyor. “Kimi de hem nalına hem de mıhına vurarak” taraf olmamayı yeğliyor. Bazen lehte bazen de aleyhte konuşarak “derin düşünce insanı” pozları veriyor!
İktidar yanlılarının Sığınmacıları savunmak için kullandıkları Ensar nedir? “Hicret sırasında Hz. Peygamber’e ve Mekke’den Medine’ye göç eden diğer Müslümanlara (Muhacir) kucak açıp onları misafir eden; beslenme, barınma ihtiyaçlarını gideren ve farklı bir ortamda yeni bir yaşamın kurulabilmesinde onlara yardımcı olan ve sahip oldukları her şeyi onlarla paylaşan Medineli Müslümanlar…” ENSAR olarak tanımlanır.
Peki, Sığınmacı kimdir? Mülteci olduğu iddiasıyla ülkesini terk eden ama mültecilik statüsü başvurusu sonuçlanmamış kişilerdir. Sığınma başvurusu kabul edilen kişiye “Mülteci”, ülkesinden ekonomik veya diğer nedenlerle gönüllü olarak ayrılan kişiye “Göçmen” denilmektedir.
“Uluslararası hukuk bağlamında ortaya çıkan “mülteci, sığınmacı, göçmen…” vs. gibi kavramlar ülkemizde yerli yerine kullanılmıyor. Haliyle topluma bu göç dalgasının hangi sonuçlara neden olabileceğine dair analitik görüşler sunmak yerine politik konumlanmanın ortaya çıkardığı “hamaset” sunuluyor.”
Muhalefet ve benim gibi düşünenler ise sığınmacı olayını “stratejik göç” ve “kontrolsüz göç” olarak nitelendiriyor. Kontrolsüz göç, bir bakıma “sessiz istila” veya “örtülü işgal” anlamına gelir. Stratejik göçün amacı, nüfus yapısını değiştirerek, devlette yumuşak karın oluşturmak…Bölgesel amaçlar, siyasi amaçlar ve demografik operasyonlarla Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmektir. Ülkemize yasa dışı yollarla sokulan unsurların yabancı istihbarat servislerinin arka bahçesi olduğunu da unutmamak gerekir.
Emekli Tümamiral Cihat Yaycı’nın anlatımına göre; “ABD’nin öğretileri Naval Postgraduate School isimli okulda oluşturulur. Bu okulda öğreti haline getirilmiş bir tez: ‘Göçler ulus devletleri yıkmak için bir silah olarak nasıl kullanılır?’ Bu öğretiye göre bir devlet göç akınlarıyla 7 basamakta yıkılır:
1- O devletin politikasını istediğiniz yönde değiştirebilirsiniz.
2- Gerekirse toprak elde edebilirsiniz.
3- Kendi ülkenizde istemediğiniz unsurları o ülkeye göçmen akınıyla ihraç edebilirsiniz.
4- Göçmenleri casus olarak kullanabilirsiniz.
5- Tecrübeli teröristleri sızdırarak bu ülkeleri karıştırabilirsiniz.
6- İstediğiniz gibi propaganda yaparak algıyı değiştirebilirsiniz.
7- Birleştirici çimento haline gelmiş, bütün köklü gelenek, örf ve adetlerini, bir milleti millet yapan bütün unsurları ortadan kaldırabilirsiniz.
Dünya’da 193 tane devlet var. BM rakamlarına göre Dünya’daki toplam kayıtlı sığınmacıların neredeyse %’20’si yani 1/5’i Türkiye’de.”
Görüldüğü gibi, Sığınmacı olayını; “din kardeşliği, mazlumluk, zorla yerinden yurdundan edilen insanlara kucak açmak” gibi bazı söylemsel simgelerle açıklamak ve iktidarın “kucaklayıcı” tavrını kutsamak doğru değildir. Nihayet iktidar da bu gerçeği görmüş, “daha fazla mülteci alınmayacağına dair” açıklamalar yapılmıştır. Yani iktidar, Mültecilerle alakalı nötr bir tablo sergilemeyi yeğlemiştir.
Sığınmacıların yaşadıkları insani krizleri kimse görmezden gelemez. Onların hak ve hukukunu savunmak ayrı, aktif ve etkin olarak devlete ve millete sahip çıkma ayrıdır. Zira biri diğerine “alternatif düşünce” değildir. Türkiye, sığınmacılar konusunda yalnız bırakılmış, izlenen yanlış politikalar ise işin “tuzu biberi” olmuştur. Mültecilerin yaşadıkları ve yaşayacakları olası problemlerin çözümü “sınır devletleri” kavramına indirgenemez! Sorun, tüm dünyanın, en azından bölgenin sorunudur.
Ülkenin bütünlüğünü ve milletin varlığını korumak için “Kontrolsüz Göç” olayına karşı çıkmak; faşizm ya da ırkçılık olarak görülemez. Her iki kavram da insanlık tarihine kara bir leke olarak geçmiştir. Lakin Stratejik Göçün geleceği hakkında kafa yormak, olası tehditleri öngörmek; her Türk milliyetçisinin, her demokratın ve her yurtseverin görevidir.
Eğri oturalım, doğru konuşalım! “Türk halkının yapısının bozulduğu, ekonomik problemlerde mültecilerin de payı olduğu, sokakların artık güvensiz olduğu” gibi bazı argümanlar… “Kadınlara taciz eden bakışlar atıyorlar, maske takmıyorlar, kurallara uymuyorlar ve metrobüste insanlara yer vermiyorlar” gibi şikayetler… Suriyeli iş insanlarının vergisiz ticaret yaptığı, eğitimde ve sağlıkta pozitif ayrımcılık yapıldığı, erkeklerinin çok evlilik yaptığı ve çocuk sayısının fazlalığı ile ileride demografik yapıyı değiştirecekleri” gibi endişeler toplumda sıkça dillendiriliyor.
Bu ve benzeri olumsuz iddiaların tamamının halkın hassas olduğu noktalara odaklandığını görülüyor. Daha da önemlisi, sığınmacılar ile toplum arasında kurulan ‘biz ve sığınmacılar’ ikiliğinin derin bir çatışmayı körüklediği de bir gerçek.
Türkiye’nin ekonomi başta olmak üzere, birçok sorunu vardır. Bir gün gelir bu sorunlar çözülür. Suçlar, önlenir. Lakin uluslararası göçün yarattığı sorunlar ile öyle kolayca başa çıkılması mümkün değildir.
Avustralya’yı İngilizler işgal etti yerel halk Aborjinlerdi. Amerika’yı İngilizler işgal etti, yerel halk Kızılderililerdi. Latin Amerika’yı İspanyollar işgal etti, yerel halk İnkalardı.
Türk milletinin demografik yapısının bozulması ve Türkiye’nin işgal edilmesinin önlenmesi için, daha ne kadar beklenecek?
Rahmetli Mehmet Akif Ersoy, tarihten ibret almayanlara şöyle seslenir:
“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih’i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Tüm olumsuz koşullara rağmen; dışlama, küçümseme, şiddet gösterme, elindekine göz koyma, onda olanı kendine ait hissetme gibi eylemlerden de uzak durmak gerektiği unutulmamalıdır. Hiçbir gerekçe, insani ve ahlaki değerlerin önüne geçmeyi gerekli kılmaz.
Sığınmacı ve göç meselesi; devletin toplumu ikna edici verilerle, acil olarak çözmesi gereken sorunların başında gelmektedir.
*******
İBRETLİK BİR HİKÂYE
Sümerolog-tarihçi bilim insanı, Muazzez İlmiye Çığ; Sümerler ’in hazin sonunu şöyle anlatır.
“Sümerler günümüzden 7-8 bin yıl önce Mezopotamya’ya yerleşerek yüksek bir uygarlık kurmuşlardı.
Sümerler kurdukları uygarlıkta rahat ve rehavet içinde yaşarken, yıkılışından 100-150 yıl kadar önce yani günümüzden 4500 yıl önce Arabistan içlerinden Akad diye adlandırdıkları kavmin insanları Sümer kentlerinde çalışmak için akın akın gelmeye başlıyorlar.
Bir kısım Sümerler bunlara karşı çıksa da diğerleri ucuz ve kolay işçilik ve köle gözüyle baktıklarından göz yumuyorlar.
150 yıl içinde işler değişiyor, Akatlar kentleri yakıp yıkıyor, Sümerleri öldürüyor ve sonra iktidarı ele geçiriyorlar.
Sümerlerin son günlerinde bir bilge kil tablete şöyle yazıyor.
“Fark edemedik geç kaldık. Aman tanrım bu vahşiler hepimizi yok edecek. Tanrım bizi affet. Bizden sonra gelenler bunları okursa belki ders alır.”
“Geçmişini bilmeyeni, gelecek; topa tutar!” Ve Sümer devleti yıkılır. Akadlar Sümer uygarlığının üstüne oturur.