Özgür ve gelişmiş bir toplum için…
Dik duruşa, rahatsız edici eleştirellere, gerçekçi bir bakış açısına her zamankinden fazla ihtiyaç var.
Evrensel değerlere sahip çıkmak, bilim ve teknolojiden ilerlemek, üreterek refah toplumu olmak zorundayız.
Toplum giderek öz değerlerinden uzaklaşıyor.
Hiç bir coğrafi sınır tanımadan, gönüllü kölelik giderek yayılıyor.
Doğru bilerek yalana… Refah sanarak tüketime…
Özgürlük hayali ile köleliğe… Barış rüyasıyla çatışmaya…
Hoşgörü adına tahammülsüzlüğe… Akıl yerine duygulara…
Koşar adım gidiyoruz.
Düşünmeden, sorgulamadan…
Adalet, işsizlik, eğitim, sağlık, refah, özgürlük gibi konuları tartışmıyoruz.
Hak, hukuk, adalet aramıyoruz.
Ucu bize dokunana kadar…
Gündemimizde neler var?
Korku ve şiddet, terör, mikro savaşlar, etnik çatışmalar, çevreyle ilgili yıkımlar ve toplumun atalet hali…
Üstelik iletişim teknolojilerinin hızlı gelişimi insanları yalnızlaştırıyor.
Ve aldatıyor.
Her şey birbirine girmiş durumda.
Kimin eli kimin cebinde belli değil.
Hayat; uçsuz bucaksız gösteriler yığını olarak sunulup, gerçeğin üzeri örtülüyor.
Resmin tümünü göstermek yerine, parçalanmış kareler gösteriliyor.
“Görünen şey iyidir; iyi olan görünür.”
Goethe’nin dediği gibi, “Dünyanın en tehlikeli hali, cehaletin örgütlü eyleme geçme halidir.”
Böyle olunca kime, neyi anlatacaksın?
Gösteriyle gelen imaj dünyasına gelin bir göz gezdirin.
Kılık kıyafet… Düşünce biçimi… Yaşama koşulları…
Hızlı bir şekilde dönüşüm geçiriyor, yüzeysel hale geliyor.
Varsa yoksa gösteriş.
Toplumda bir uyuşukluk bir durgunluk var.
Varoluşunu hafife alır gibi…
Öyle olunca da, insan gösterilerin etkisine giriyor.
Gösteri toplumunda; bireyler kendisine ne anlatılırsa onu düşünür, farklı bir fikir üretilmesine imkân verilmez.
Yönetilebilir insanların sosyal rol ve statü sahibi olmaları…
Egoist ve kendini beğenmiş bireyler…
Etkileşim ve iletişim yoluyla ilişki kurma yerine, rekabete dayalı çatışmacı bir üslup…
Karşısındakileri değersizleştirme çabaları…
Akıl ve mantık yerine dil oyunları…
Söz söyleme sanatını iyi kullanma…
Ezbere dayalı bir eğitim…
Sahte belge, fotomontaj resim, kayıtlar ile fabrikasyon istihbarat ve dedikoduların etkin araçlarla kamuoyuna duyurulması…
Fikir geliştirme, başkalarının düşüncelerine değer verme yerine imaj çalışmalarını tercih etme…
Rol model olarak seçtikleri insana benzeme ve onun gibi konuşma gayretleri…
Toplum çıkarları yerine, bireysel çıkarlar etrafında kenetlenme ve örgütlenme…
Rakip gördüğü ya da eleştirilerine maruz kaldığı kişilere “itibar suikastı” düzenleme…
Olaylara göre değişik tavır alma, kılıktan kılığa girme…
Kendilerine göre bir gerçeklik algısı yaratma…
Mevki makam uğruna topaç gibi dönme, el ayak öpme…
Gösteri toplumunun bazı özellikleridir.
Banka kredileri… İthal edilen mallar… Tüketimi özendiren TV kanalları… Reklamlar… Marka özentiliği… Yeni teknolojik ürünler…
Yeni binalar, lüks siteler, otoparklar ve alışveriş merkezleri…
Göz boyar. “Şimdi gösteriş zamanı” der gibidir.
Guy Debord’un da bahsettiği gibi, “Tüketim sayesinde mutlulukta birleşmiş bir toplum” yaratılmıştır.
Genci yaşlısı herkes bu gösteri toplumunun bir parçası…
Gösterişin bu denli hayatımızı ele geçireceğini kim bilebilirdi?
Sosyal hayatın birçok alanında, bireylere yeni roller biçilmekte, reklam bombardımanı ile beyinler uyuşturulmaktadır.
Görünen ve algılanan şeylerin çoğu yalandır.
Bu yalanlar bizi gerçeklikten uzaklaştırmakta…
Sorgulama yeteneğini ortadan kaldırarak, sahte bir mutluluk yaratmaktadır.
Bu mutluluk geçicidir.
Bir gün şapka düşer, kel görünür.
Gösteri toplumu sadece Türkiye’de mi?
Dedim ya, coğrafi sınır tanımıyor.
Birçok yerde.