Seçim sürecine girdiğimiz andan itibaren bir gizli emperyal el düğmeye bastı ve şehit haberleri ile sarsıldık. Üstelik çatışmada değil de baskınlarla zayiat verilmesi siyasetin gündemine oturdu.
Sınır ötesiyle ilgili “şu kadar terörist etkisiz hale getirildiler”, “şu kadar hedef yerle bir edildi”, “teröristlerin ayakkabı numaralarını bile biliyoruz” vs. gibi haberlerle karşılaşıyorduk. Ne değişti ki; durum değişti, bir süredir karşımıza daha çok ‘şehit’ haberleri çıkıyor.
Uzaya 55 milyon dolara turist olarak astronot gönderen ve ümmete milyarlarca yardımda bulunan Türkiye; kışın acımasız şartlarda niçin kendi evlatlarını güvenlikli şartlarda koruyamıyor?
Şunu biliyoruz ki, yetkililerin açıklamalarına göre Türkiye; sahada ve masada terörü bitirme noktasındaydı. Sınıra kadar getirmişti. Peki, bunca zaman sonra gelen bu hain saldırıların arkasındaki güç kimlerdir?
Bu saldırıların arkasında sadece PKK’yı veya DEM Partisini aramak hem kolaycılık hem de yanlış olur. PKK, taşeron bir örgüttür. Bu nedenle ipini elinde bulunduran küresel güçler, PKK’yı yeniden hareketlendirme ve eylem sürecine sokma gayreti içerisindeler.
PKK’nın son eylemlerini taktik, teknik ve istihbarat açısından değerlendirecek olursak; Türk ordusunun elinde çok güçlü teknolojik imkanlar ve gözetleme sistemleri var. PKK militanları kar ve tipiye rağmen ilave yetenek ve kapasite elde etmeden böyle bir eylemi gerçekleştiremez.
Yetkililer; Türkiye’nin küresel politikaları bölgedeki güçler için engelleyici bir faktör haline geldiği, Türkiye’nin Filistin halkının yanında olması ABD- İsrail ve diğer küresel güçleri rahatsız ettiği açıktır” söylemleri ile iç politikada gaz alma stratejisini uyguluyor.
Kanaatime göre “Küresel güçler”, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), bazen de Yeni Ortadoğu Projesi denilen, Tevrat’ta İsrail’e vadedilmiş torakların geri alınmasını da içeren projeyi yerli işbirlikçileri vasıtası ile adım adım uyguluyor. Aksi halde olsaydı, PKK terör örgütü ile mücadele 40 yıl sürmez, bölgede de bu kadar destek almazdı!
Orta Doğu’yu yeniden tasarlama arzusu ve petrol yataklarından daha fazla pay almak isteyen küresel güçler, PKK’yı da Türkiye’ye karşı bir ‘dizayn’ aracı olarak kullanma niyetindedir. Bu gizli saklı değil, apaçık ortadır. İsrail’in güdümünden çıkamayan ABD ve bazı AB ülkeleri, bugüne kadar PKK’ya verdikleri destekleri de gizlemediler zaten.
İHA; SİHA ve diğer tüm gelişmiş savaş teknik ve teknolojisi ile donatılmış, düzenli bir orduya karşı; “hele de kötü hava şartları altında bu küresel güçlerin, PKK terör örgütünün kapasitesini lazer ve radyo sinyalli güdümlü tanksavar silahları ve sofistike görüş sistemleri sağlayarak arttırmaya çalıştığı, böylece teröristlerin noktasal olarak güvenlik birimlerimize karşı saldırı yapmalarına imkân sağladıkları” anlaşılıyor.
Türkiye’nin tavrı ne olmalıdır?
- Kötü hava şartlarında çadır ya da baraka-konteyner gibi korunmasız barınma şartlarına vatan evlatları bırakılmamalı; israf edilen, Ümmet diye bazı ülkelere hibe edilen, uçuk projelere harcanan, Uzaya 55 milyona turist gönderme gibi şov amaçlı harcamalara son verilmeli; evleri sıvasız gariban çocuklarının geri sağ salim evlerine dönmesi için bölgedeki askeri– teknolojik kapasitemiz yükseltmelidir.
- Suriye ve Irak’ın derinliklerindeki tüm terör hedefleri istisnasız vurulmalıdır ki, bir daha cesaret edemesinler. ABD ve İsrail’in bir askeri için neler yaptığını hepimiz biliyoruz.
- Sarayda kırmızı halı ile karşılanan Kuzey Irak bölgesini kontrol eden Barzani güçleri ile Türkiye arasındaki entegrasyon çok yönlü ve tam olarak sağlanmalı, Kuzey Irak Yönetimi’nin net tarafını belirtmesi istenmelidir. Hem PKK’ya destek vereceksin hem de Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaya çalışacak ve Saraylarda ağırlanacaksın! Yok, öyle yağma!
- ABD ve diğer küresel güçlerin bölgede oluşturduğu üs bölgelerinin angajman kuralları mutlaka değişmeli, “Terör örgütünü nerede olursa olsun vuracağız, siz de kendi bölgenizden çıkmayın” denmelidir. Gerekirse bu anlamda diplomatik baskı arttırılmalıdır. İşte o zaman bizi idare edenlerin yerli ve milli olduğuna inanırız.
- İran ve Suriye yönetimi ile duygusal ilişkiler ve tavırlar yerine, gerçekçi ve evrensel kurallar içerisinde iş birliği yapılmalı, gereksiz gerilimlerden kaçınılarak; Irak ve Suriye’nin terör aparatları üzerindeki etkileri yok edilmelidir. Bu iş birliği gerçekleşirse gerek İran gerek Irak gerekse Suriye topraklarından sızarak Türkiye’ye gelebilecek teröristlerin girişleri konusunda ilave önlemler alınmalıdır.
Terör örgütü normal şartlarda bu baskını yapabilir mi? Bunu göze alamazlardı. Hava koşullarının ağırlaşmaya başlamasını fırsat olarak görmüşlerdir. Bu işle iştigal eden güvenlik uzmanları bilirler ki, “Bu bölgede özellikle de hava koşulları ağırlaştığında PKK’nın eylem yapma potansiyeli artmaktadır. Zira SİHA ve İHA gibi hava araçlarının görüşü azalır. PKK militanları askeri eğitimde ABD ve İsrail güçleri tarafından eğitildiği için bu araçların kabiliyetlerinin sıfırlanmaya başladığı anları iyi bilir ve bunu fırsata dönüştürmeye çalışırlar.
Örgüt, seçim süreci yaklaştıkça halkta korku ve endişeye sebebiyet verecek eylemler ile yeniden kendini gündeme getirmek isteyebilir mi? Bu konuda derin yapılar ile PKK’nın ağababaları ile anlaşmış da olabilir. Akla uzak bir ihtimal değil.
Türkiye’nin Gazze tavrından dolayı İsrail, PKK’yı böyle bir saldırı için taşeron yapmış olabilir mi? Evet, mümkün. PKK’nın taşeron bir örgüt olduğunu, bazı ülkelerin hain istekleri doğrultusunda eylem yaptığı biliniyor.
“Diğer yandan ‘Kerkük seçimleri ve yeni neslin aldığı sonuçlarla bağlantılı olabilir mi?” diye düşünen uzmanlar var. Bu konuda emin olmamakla birlikte geçmişte PKK’nın buna benzer eylemlerine şahit olduk.
Türkiye terörle mücadele noktasında başarısız bir ülke değil ama bu başarı, PKK terör örgütünün bir şekilde büyümeye devam ettiği gerçeğinin üzerini örtmüyor. Terör örgütünün siyasi uzantısı olarak görülen DEM Parti gibi partilerin oy kaybetmedikleri gerçeğini de ortadan kaldırmıyor. İktidarın DEM’i şeytanlaştırması da işe yaramıyor.
Ne yapılmalı? İşin püf noktası, bölgede jeopolitik oyunun bir parçasına dönüşen PKK’nın bu bağını, Türkiye kesip atmak zorundadır. Yani ABD ve Rusya tarafından Kürtlere vaat edilen ama tutulmayan sözlerin üzerine gidilmeli; Kürtler ve Türkler için tek yolun birlikte barış içerisinde yaşamak ve güçlenmek olduğunun adı çizilmelidir.
Halkı kutuplaştırmak, birbirine düşmanlaştırmak, bölmek ve parçalamak gibi gayretlerin ne Kürtlere ne de Türklere yararı olmaz. Ne olur? Hem Türk hem de Kürt politikacıların siyasi istismarı söz konusu olur. Ayrıca vatani duygusu tescilli bazı siyasi partileri de şehitler üzerinde hedef haline getirici provakatif söylemlerden kaçınmak gerekir.
Ateş harlanırsa herkesi yakar!