1990’lı yıllar “derin devlet, Susurluk, cinayet, mafya, ihale, yolsuzluk” gibi kavramlarla birlikte hatırlanır. Bu dönemde organize suç örgütleri, yani mafya tipi yapılanmalar; devlet ihalelerine müdahale ediyor ve iş insanlarını tehdit ediyordu.
Çeşitli mafya yapılanmaları vardı. Kürt mafyası… Karadeniz mafyası… Ülkücü mafya… Sadece bunlardan birkaçıydı. Dönem ve devletteki destekçilerinin ağırlığına göre, hâkimiyet bu gruplar arasında yer değiştiriyordu.
“Ülkücü mafya” olarak tanımlanan gurubun lideri ve marka ismi, özellikle cezaevinden çıkan ülkücüleri etrafında toplayan, Trabzonlu Alaattin Çakıcı’ydı. Bundan rahatsız olan MHP lideri Alparslan Türkeş:”Ülkücüden mafya, mafyadan ülkücü olmaz” sözünü söylemek durumunda kalmıştı. Nereden nereye?
Bu dönemde; siyaset de, iş dünyası da temiz değildi. Bankaların içini boşaltan “hortumcular”, “döviz getireceğim” diye Hazine’den teşvik alan, “hayali ihracatçılar” ve ihalelerdeki yolsuzluklarla devleti soyan işadamları vardı. Hatta bazı işadamları soydukları paralarla medya patronu bile olmuşlardı.
Devleti soyan bazı işadamlarına, siyaset ve bürokraside dayısı olan organize gruplar çöküyordu. “Al gülüm ver gülüm…” Bunca çıkar hesapları arasında siyasetçiler, sivil ve üniformalı bürokratların hisselerine düşün payı siz düşünün! Gelsin, milyon dolarlar!
Bu yolsuzluklardan birisi de TÜRKBANK olayıydı. Başbakan Mesut Yılmaz’a yakınlığı ile bilinen, iş insanı Korkmaz Yiğit: “Çakıcı aradığında vücudumun kimyası değişiyordu. Kimliksiz et yığını haline geliyordum” diyordu. Başbakanı gece yarısı ziyaret edebilen bir insanın, kimyasını bozabilecek olaylar zinciri neydi ki, bu kadar korkuyordu?
Bırakın korkmaz Yiğit’i… O dönemler; Başbakanlar, bakanlar, bürokratlar, işadamları ve gazeteciler bile tehdit ediliyordu. “Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe…”devlet geleneğinde önemli bir sözdür. Eğer bir devlet; başta durmayı başaramaz, kontrolü ele alamaz ise zayıflar veya yok olur. Devlet, baş olamayınca, kuzgunlar buldukları leşe üşüşür.
Kısacası Türkiye’nin gündemini mafya belirliyordu. Organize suç örgütleri; yaptıkları suikastlarla istediklerini ortadan kaldırarak, rakiplerine ve siyasilere gözdağı veriyordu. Daha da ileri giderek, bazen televizyonlara canlı bağlanıp sağı solu tehdit ediyorlardı. Zira devlet, kontrolü elden kaçırmıştı.
Bunlardan iyice bunalan siyasi iktidar, İstanbul’da mafya ile mücadelede ün kazanmış, dürüst bir insan olan, polis müdürü Sadettin Tantan’ı İçişleri Bakanlığı’na atadı.
Bir eli siyasette, bir eli bürokraside, bir eli iş dünyasında olanorganize guruplarla mücadele için 1998 yılında Emniyet Müdürlüğü bünyesinde KOM olarak kısaltılan, “Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi” kuruldu. Ben de o zamanlar bu birimde görev aldım. Başkanımız Emin Arslan; deneyimli, dürüst ve sevilen bir insandı. İyi bir istihbaratçı ve polis olan Emin Bey, kimsenin siyasi yönüne ve gücüne aldırış etmeden görevini layığı ile yaptı. Örneğin; İzmir’de, dönemin İl Emniyet Müdürüne rağmen, iktidar partisi ANAP’ın İlçe Başkanı’na, “organize suç örgütü” suçlaması ile operasyon yapılabilmiştir. Yine “Balina” ve “Beşoklar Çetesi ” ne yönelik planlı operasyonlar ile İzmir’de çeteler çökertilmiştir. Bunda Tantan ve Arslan’ın payı büyüktür. Onlar olmasa ve arkamızda kale gibi durmasalardı, başarılı olunamazdı.
Bu yıllarda yurtiçinde ve yurtdışına kaçan birçok çete lideri yakalanarak yargı önüne çıkarıldı. Yurtdışında yakalanarak getirilenlerden birisi de Sedat Peker’di.Yurtdışına sahte yeşil pasaportla çıkış yapan, Alaattin Çakıcı da Fransız polisinin düzenlediği bir operasyon sonucunda yakalandı ve Türkiye’ye iade edildi.Ve siyaset karıştı. Eski Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın firar etmesi yönünde Alaattin Çakıcı’ya bilgi verdiği ortaya çıktı. O zaman ki medya şimdiki gibi değildi. Olayın üstüne gitti ve bakan istifa etmek zorunda kaldı.
Çakıcı; cezaevinde kaldığı süreçte, hem Erdoğan’ı hem de Bahçeli’yi mektupla tehdit etti. Bahçeli’ye yazdığı mektup, yenilir yutulur cinsten değildi: “İnsan bu kadar aciz, egoist ve bencil olamaz. Miladı dolmuş, yürüyen Buda kılıklı efendi” diyordu.
Kimdi Çakıcı? “Lider-Teşkilat-Doktrin” diyen bir ideoloji partisinin liderini, bu şekilde tehdit edecek gücü ve cesareti nereden ve kimlerden alıyordu.LakinMHP cenahından beklenildiği gibi tepki gelmedi. Tehdit ettiği MHP lideri Bahçeli, kendisini cezaevinde ziyaret etti ve dava arkadaşlığından bahsetti.
Ve Bahçeli’nin 2018 yılındaki teklifi ve ısrarı ile çıkarılan,“Erteleme Yasası” ile Çakıcı tahliye edildi. Kamuoyunun bilmediği ve çözemediği gizemli olaylar var mıydı? Ya da Bahçeli ile Çakıcı ilişkisi sadece dava arkadaşlığından mı ibaretti? Öyle olsa, cezaevine giren her ülkücü için aynı hassasiyetin gösterilmesi gerekirdi
Netflix de izlediğim Escobar, Narcos, El Chapo gibi filmler; devlet-siyaset ve mafya ilişkilerini tüm açıklığı ile gösteren yapımlardır. Zira siyaset, yargı ve bürokrasi ayağı olmadan, yolsuzluk ve mafya örgütlenmeleri uzun süreli ve başarılı olamaz.
Organize suç örgütü lideri Çakıcı, tahliye olur olmaz, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik tehdit ve hakaret içeren bir mektupla yeniden gündeme geldi. Çakıcı’ya, “mafya bozuntusu” ve “yeraltı dünyasının karanlık yüzü” diyerek tepki gösteren CHP sözcülerine çok kızan Bahçeli; “Değerli ülküdaşım Alaattin Çakıcı’ya mafya bozuntusu demek, yeraltı dünyasının karanlık yüzü suçlaması getirmek müfteriliktir, seviyesizliktir” açıklamasını yaptı.
Kardeşlik, nereden geliyordu? Ergen ülkücülere… Kendisini eleştiren ve ülkücü davaya büyük emekleri geçen abilerini dövdürecek kadar hassas olan bir zihniyet, Çakıcı’ya toz kondurmuyordu. Belki de, “Kardeşlik” diye bir örgüt vardı ve Çakıcı’nın konumu orada daha üst konumdaydı!
FETÖ yapılanmasında da bir generalin, örgütte daha üst düzeyde olan bir astsubayın emri altında çalıştığını, dava dosyalarında öğrenmedik mi? Burası Türkiye!
Beş yüze yakın adamı olduğu söylenen Çakıcı, siyaset arenasında boy gösterecek ve siyasete kendi yöntemleri ile yönlendirecek miydi? Zira geçmişte birlikte çalıştığı, siyasetin ve bürokrasinin aktörleri de hazırdı. Zaman zaman sosyal medyada resim paylaşımının bir anlamı olmalıydı! Bir güçlü el veya yapı ağır abileri bir potada buluşturuyordu.
Hükümetteve bürokraside giderek güç kazanan ve önemli yerlerde söz sahibi olan bu yapı, aslında AK Parti’nin genetiği ile de uyuşmuyordu. Lakin hesap ve planlar partiden de büyüktü. Un, yağ ve şeker hazırlanmıştı. Geriye iyi helva yapmak kalmıştı ki, Çakıcı bu işin ustasıydı.
Yapılması gereken bir iş daha vardı. Sedat Peker’in tasfiyesi… Bir yerde iki baş olmazdı. Aynı camiadan gelen iki kişiden biri tercih edilecekti! Tercih hakkı; halen hakkında suç örgütü liderliğinden davaları bulunan ve Peker’e göre özgül ağırlığı ve örgüt yapısı daha güçlü olan Çakıcı’dan yana kullanıldı. Peker de, bazı vaatlerle yurtdışına postalandı!
Şimdilerde organize suç örgütü kurmak suçlamasıyla hakkında gözaltı kararı olan ve yurt dışında olduğu bilinen Sedat Peker, yayımladığı video paylaşımları ile olay oldu.
2014’te cezaevinden çıktıktan sonra çeşitli organizasyonlarda iş insanı kimliği ile ödül alan, hükümete ve Erdoğan’a desteği ile tanınan Sedat Peker, kendisine yapılan operasyon sonrasında eteğindeki taşları dökmeye başladı. Hem de Anadolu tabiri ile “kıdım kıdım…”
Sedat Peker, 1990’lardan bu yana, “organize suç örgütleri” denilince adı geçen birisidir. Söylediklerinin ne kadarı doğrudur? Temkinli olmakla birlikte, acaba doğrular da var mı diye merak ediyor insan. Videoları ve açıklamaları kamuoyunca ilgi ile takip ediliyor.
Sedat Peker kimdir? Devlet- siyaset- mafya ilişkilerinin neresindedir? Kimleri suçlamaktadır? Bu kadar bilgiye nasıl sahip olmuştur? Kimler tarafından korunuyor? Bundan sonra ne olacak? Kalemi kırılacak mı, yoksa uzlaşma ile susturulacak mı? Bu soruların cevaplarını bir sonraki yazımda ele alacağım. Bizi okumaya devam edin!
.