Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu olan Mustafa, günümüzde hala hatırlanan bir şehzadedir.
Saruhan Sancakbeyliği yaptı.
Osmanlı’da Saruhan sancakbeyliği, bir şehzade için en önemliydi. Çünkü bu görevi yapan şehzadenin padişah olacağı öngörülürdü.
Devreye Hürrem girdi ve Kanuni’nin kendisine olan sevgisini kullanarak, çeşitli oyunlarla oğlu Mehmet’i Saruhan Sancakbeyi yaptırdı.
Şehzade Mustafa, ordu içerisinde sevilen, halk tarafından beğenilen, özellikle yeniçerilerin gözbebeği olan bir şehzadeydi.
Öyle ki ona biraz ilerlemiş yaşından da ötürü ‘Sultan Mustafa’ da denirdi.
Halk onu dedesi Yavuz Sultan Selim’e benzetiyor, mertliği ve savaş meydanlarındaki komuta yeteneği ile öne çıkıyordu.
Hürrem Sultan’ın büyük oğlu olan Şehzade Mehmet’te donanımlı birisiydi.
Kanuni’nin kendisinden sonra oğlu Mehmet’i uygun gördüğü söylenir.
Ancak Şehzade Mehmet genç yaşta öldü.
Mustafa için kapı yeniden açılmıştı.
Unutulan Hürrem Sultan ve entrikaları idi. Onun gücünü ve lobisini kimse hayal bile edemedi.
Şehzade Selim’in o sancağa atanmasını sağladı.
Biz tarihte Şehzade Selim’i Sarı” Selim” lakabı ile de tanırız.
Çok içtiğinden dolayı halk ona sarhoş Selim’de diyordu.
Kimse onun padişah olacağına inanmıyordu.
Kısmet işte…
Bugünde öyle değil mi?
Bir yerlere yakıştıramadığınız, ehil olmayan bazı insanlar üst makamlara kadar gelebiliyor.
İşin ehli vatan evlatlarının ise çeşitli vesilelerle önü kesiliyor.
Kumpas, fitne, iftira, sahte mektuplar, yalan beyanlar…
Ne ararsan var.
Fitne ateşi her devirde yanıyor, yakılıyor.
O devirde sarayda bu kadar güçlü ve muktedir olan Hürrem Sultan kimdi?
Ukrayna asıllı, asıl adı Roxelana…
Kendisi Tatar akıncılar tarafından 15’li yaşlarda kaçırılmış ve Osmanlı sarayına sunulmuş bir devşirmeydi.
Kısa sürede Kanuni’nin gözdesi oldu, güvenini kazandı ve üzerindeki etkisini de giderek artırdı.
Yaşadığı dönem içerisinde; renkli hayatı ile efsaneleşmiş, entrikaları, zekâsı, cesareti, ihtiraslarıyla ün saldı.
Sarayın en etkili kadını olabilmek için her şeyi mubah saydı.
Veziriazam Rüstem Paşa ile kızını evlendirerek devletin üst yönetimini yönlendirdi.
Bugünde bazı evliliklere bakınca, tesadüf olmadığını, güç ve iktidar savaşının bir parçası olduğunu anlarsınız.
Kimin kiminle evleneceğine sanki bir merkez karar veriyor.
Zengini zenginle evlendiriyorlar.
Tıpkı FETÖ’nün katalog evlilikler gibi…
Film aynı film ama aktörler sürekli değişiyor.
Niçin Hürrem Sultan’dan bahsediyoruz?
Hürrem Sultan, Şehzade Mustafa’nın sonunu hazırlayan tüm olaylar dizisinin en önemli aktörüdür.
Şehzade adına sahte mektup düzenleyerek padişahta, Şehzade için bir ‘hain’ imajı oluşturmayı başardı.
Çarpıcı şekilde, “Şehzade Mustafa’nın padişahı devirebileceği ”algısı yarattı.
Şehzade Mustafa’nın sözü geçtikçe onu çekiştirdi.
Sonunda Padişahın gözünde Şehzade Mustafa’yı düşürdü.
Bugünde aynı şeyler tekerrür ediyor.
Bir hafta önce üstün hizmet belgesi alan bir yönetici, aniden görevden alınıyor.
İlin bakanının, valisinin ve milletvekillerinin bilgisi bile yok.
Hangi güç devreye girdi.
Bilmiyoruz ama yaşandı, yaşanıyor.
Mehmet Akif‘in bu satırlarını çok genç yaşta ezberlemiştim.
“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? ‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Hisseden kıssa…
1553 yılında Ordu İran seferine çıktı. Ordunun başında Rüstem Paşa vardı.
Rüstem Paşa kimdir?
Hırvat asıllı Hristiyan bir ailenin çocuğu olarak Saraybosna yakınlarında bir köyde dünyaya gelmiş, genç yaşta İstanbul’a getirilip, Enderun‘da eğitim görmesi sağlanan ve devletin en üst makamına kadar yükseltilen bir devşirme…
Para karşılığında beylik-komutanlık sattığı, devlet kesesine ait arazileri peşkeş çektiği, barış anlaşmaları imzalanırken bile yabancı devletlerden avanta aldığı rivayet edilir.
Fuzuli’nin “selam verdim, rüşvet değil diye almadılar” dediği dönem, bu dönemdi.
Koltuğunu korumak için fitne, entrika, yalan ve iftiranın ecdadı olarak tanınır.
Doğru ya da yanlış bilmem.
Tarihçilerin konusu…
Günümüzün Rüstem Paşa’larını sorsanız, belki cevap verebilirim.
Her neyse.
Rüstem Paşa Aksaray’dan öteye gitmedi ve orduyu durdurdu.
Şemsi Paşa’yı İstanbul’a yolladı.
Şemsi Paşa, “Yeniçerilerin Şehzade Mustafa’ya yatkınlığı olduğunu ve askerin, ihtiyarlığı sebebiyle sefere çıkamayan padişahın Dimetoka’da oturmasını, Mustafa’nın hükümdar olmasını istedikleri dedikodusunun yayılmakta olduğunu…” Kanuni’ye iletti.
Kanuni çok sinirlendi ve Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa tarafından kurulan bu oyuna geldi.
Çünkü kapıkulu ocaklarının ve özellikle bunların içinde yeniçerilerin bir şehzadenin etrafında toplanıp hünkârı devirmesi ilk defa olmuyordu.
Babası Yavuz Selim Han, dedesi II. Bayezid’i tahtından böyle etmişti.
Şehzadeler Bayezid ve Cem Sultan arasındaki taraftar kavgası bir kıyamet örneğiydi.
Bunları düşündü.
Ortaya çıkan söylentiler, Şehzade’nin ‘padişahlar’ gibi sakal bırakması, ordunun bariz şekilde görünen desteği, katledilmesi için delil sayıldı ve Şeyhülislam’dan da fetva alınarak
Şehzade Mustafa’nın kalemi kırıldı.
Padişah ve beraberindeki ordusu sefere doğru yola koyuldu.
Konya’ya geldiğinde, Şehzade Mustafa, tüm ordusu ve mahiyeti ile babasını bekliyordu.
.
Plan hazırdı.
Çünkü Konya’ya dilsiz cellatlar getirilmişti.
Şehzade Mustafa, binlerce kişilik ordusuyla birlikte, babasının otağına geldi, çadıra girdiğinde dilsiz cellatlar onu bekliyordu.
Şehzade öldürüleceğini biliyor muydu?
Şehzadeye yakın kaynaklar tarafından, “idam edileceğine dair söylentiler olduğu” kendisine ulaştırılmıştı.
Onun bir emriyle hâkimiyeti ele alacak ordusu hazırdı, kimse çadıra girmesini istemiyordu.
Aldırış etmedi.
Babasına olan sadakatini göstermek istiyordu.
Bir de babasının kendisine kıymayacağını düşünüyordu.
Yanıldı.
Çadıra girerken Şehzadelerin kılıçları alınmazdı ama ondan kılıcı istendi.
Bu durumdan şüphelendi ama yine de çadıra girdi.
İçeri girince gözleri babasın aradı ama yoktu.
Onu kimi kaynaklara göre, babası yerine 7 dilsiz cellat bekliyordu.
Bir de damat Zal Mahmud Ağa…
Kanuni neredeydi?
Boğdurulma sahnesini perde arkasından izlediği bazı kaynaklarda geçmektedir.
Babasını taparcasına seven, saygı duyan bir evlat, ‘babasının gözleri önünde’ boğduruldu.
Entrikalarla, kumpaslarla…
Bu kıyıma ne dendi biliyor musunuz?
“Nizam-ı âlem adına…”
Kanuni’nin bu olaya çok üzüldüğü, günlerce odasına kapanıp, ağladığı söylenir.
Hüzünlü olaydan sonra Şehzade’nin ölüsü çadırın önünde İran halısı üzerinde açıkta teşhir edildi.
Ordunun isyanı böylesine yatıştırılmak ve gözdağı verilmek istendi.
Ve sonra Naaşı Bursa’ya Sultan Murad Türbesi’ne nakledildi.
Bir rivayete göre, Sultan Süleyman’ın yanına ilişen Rüstem Paşa, “Hünkârım bu kadar helak etmeyiniz kendinizi” şeklinde teselli etmek istemesi üzerine, cihan padişahı da bunun karşılığında, “Konuş Rüstem konuş, ne devlet senin ne evlat senin” demiştir.
İdamının 40’ında, İstanbul’da yüzlerce evi selin aldığı aralıksız yağmurlar, ‘göklerin ağlaması’ olarak ifade edildi
Şehzade adına sahte mektuplar yazan ve Kanuni’nin gözünde onun bir hain imajı oluşturmasına sebep olan Rüstem Paşa, yeniçeriler tarafından hedef ilan edildi.
Birkaç kez öldürülmeye çalışılsa da her defasında kurtulmayı başardı.
“Ulu Şehzademiz Mustafa Hanımız gittiyse oğlu gelsin” diyenler oldu. Tereddüt edilmedi, o da katledildi.
Çaresiz kalan Kanuni, Rüstem Paşa’yı azletti.
Bu da Hürrem’in bir oyunuydu, suların durulmasını bekleyen Rüstem Paşa, birkaç yıl içinde görevine geri döndü.
Hürrem Sultan, Osmanlı tarihinde devlet işleriyle ilgilenen ilk kadın olarak bilinir. Hürrem Sultan kendi mührünü bastırmış, divan toplantılarını tel örgülü bir pencereden izlemiş ve fikirlerini padişaha sunmuştur.
O günkü şartları, o güne göre değerlendirmek gerekir.
Devleti yönetenler arasında, padişahı ve şehzadeleri tutan ve yönlendiren birileri olurdu.
Bugün de yok mu?
Osmanlı tarihinde ilk defa ulema, ümera ve asker bir kişinin ismi etrafında ittifak yapmıştır.
Tarihin akışı değişebilir, rüşvet düzeni ve çöküş önlenebilirdi.
Ne var ki bu ittifakın karşısında olan gruplar da vardı.
“Osmanlı derin devleti…”
Osmanlı bir dünya imparatorluğuydu, garptaki ve şarktaki düşmanlarının ortasında böyle bir çatışmaya giriyordu.
Girmemesi için Kanuni’nin böyle bir idama onay verdiğini söyleyenler var.
Tarihçi olmadığımız için, bilmiyoruz.
Araştırmalarımızda böyle bir bulguya da rastlamadık.
Şehzade Mustafa olayını dün de bugün de Türkiye halkı büyük hassasiyetle hatırlar.
Unutmaz.
Bunu her geçen gün Bursa’da Şehzade Mustafa’nın defnedildiği Sultan Murat türbesini ziyaret edenlerin sayısındaki artıştan anlıyoruz.
Sarı Selim’i hatırlayan yok, Rüstem ise hırsızlık ve yolsuzlukla anılır.
Hürrem mi?
Devlette entrika ve kumpas denilince akla gelen ilk isim.
Bugün iki görüş öne çıkmaktadır.
Birinci görüş, Kanuni Sultan Süleyman’a başkaldıran Şehzade Mustafa’nın “derin devlet ve dış güçler tarafından kandırıldığı” görüşünü savunanlar ve idamı normal karşılayanlar…
“Kanuni devlet hayatında devletin dirliğini tehlikeye düşürecek olaylara ve taht kavgalarına hiçbir zaman izin vermedi.
ŞEHZADE Mustafa’nın ölümüne çok üzülen şehzade Cihangir’e, “Oğlum, Mustafa padişah olunca hepinizi öldürecek” dediği söylenir.
Kanuni saf ve kukla bir padişah değildi, güvendiğine tam güvenir, devlet işlerini istişare ile yönetirdi.”
İkinci görüş, Şehzade Mustafa’nın idam kararının, tek başına Sultan Süleyman tarafından verilmediği, Osmanlı derin devleti tarafından katledilmesine karar verildiği, şehzadenin öldürüleceğini bilerek babasının yanına gittiği ileri sürülmektedir.
“Şehzade Mustafa ölmeseydi ve iktidar olsaydı, devlete büyük bir dinamizm gelecekti.”
“Şehzade Mustafa’nın vakitsiz gidişiyle biten umutlar, Türk milleti için ancak dört yüz yıl kadar sonra bir başka Mustafa’nın, Mustafa Kemal’in gelişiyle yeniden dirilebilmiştir.”
Karar sizin.
****
Abisini çok seven ve idamına dayanamayan Şehzade Cihangir de kısa bir süre sonra ölmüştür.
Bülent Ecevit’in kaleminden,
İki büyük suçumuz var,
Seninle benim Cihangir;
Biri sevmek biri sevilmek.
Bunca büyük suçlarla,
Padişah olunmaz.
Biz insanız Cihangir,
Bizden tahtlara han olmaz.
Sıcağına bak yüreğimizin,
Aktıkça gözlerden gözlere,
Nasıl eritir birbirini,
Tahtların karlı doruğunda.
.