Ülkemiz son günlerde olağanüstü bir hareketlilik yaşıyor. Özellikle yolsuzluk haberlerinin biri bitiyor, diğeri başlıyor. Herkes birbirinin yüzüne bakıyor ve soruyor: “Ne olacak bu memleketin hali?” Bu durumdan ülkeyi yönetenlerin çoğu da oldukça rahatsız…
Bakmayı siz! “Her şey güllük gülistanlık”, “ekonomide şahlanıyoruz” gibi söylemlere… Onlar A haberin etkisi. Bu yolsuzluklar nasıl önlenecektir?
Önlemek için önce irade gerekir. AK Parti, kurulurken yolsuzluklarla mücadele edeceğini vaat etti. Başlangıçta çok iyi bir kadro kurdular ve atamalarda kariyer ve liyakati esas alarak memlekete güzel hizmetler de yaptılar.
Sonra olan oldu. Uzun süre iktidarda kalma güç zehirlenmesine neden oldu. İyi ve liyakatli insanlarla yol ayrımına geldiler. Yolda buldukları defolu, çıkar peşinde koşan, kirli ilişkileri olan ne kadar adam varsa topladılar. Ve hem partide hem de devlette önemli makamlara bunlar geldi. Böyle olunca da beklenen sonuç gerçekleşti.
Şu anda gemiyi terk edenler giderek artıyor. Cumhurbaşkanına en yakınları bile serzenişte bulunmaya başladılar. “Etrafını çıkar grupları sardı, bizi dinlemiyor”, diyorlar.
Ben size çobanlıktan gelen, Malatya mebusu Ahmet Ağa’nın ibretlik sözlerini aktaracağım. Burada isteyen dersini alsın. “Meşrutiyet Meclisi’nde Ahmet Ağa adında bir Malatya Mebusu vardı. İttihat ve Terakki Partisinden Milletvekili seçildiği halde Meclis’te yemin merasimi dışında hiçbir söz söylemedi, konuşma yapmadı.
Talat Paşa, O’nun gizli bir muhalif olabileceğini düşüncesiyle hasbihalde bulunmak üzere meclisin kafeteryasında onunlabir görüşme teklifinde bulundu.
Burada kendisine: “Ahmet Ağa, Senin ağzını açıp bir şey söylediğin yoktur, Memleket meseleleri hakkında elbet senin de düşüncelerin vardır. Bunları öğrenmek isterim.” Ahmet Ağa, itiraz yollu olarak: “Paşa!, Ben bir çobanım, bizim memlekette çift çubuk ve sürü sahibi bir ağayım. Diğer Memleket meselelerinden bir şey anlamam.”
Talat Paşa itirazla: “Hayır! Sen Memleket meseleleri hakkında fikir sahibi olmasaydın, bizim arkadaşlarımız seni namzet gösterip oradan seçtirmezlerdi. Bak görüyorsun, biz devlette suiistimalleri önleyemiyoruz. Yolsuzluğun önüne geçemiyoruz. En güvendiğimiz adamların iş başına gelince şahsi menfaat peşinde koştuklarını görüyoruz. Bunu önlemenin çaresi nedir?”
Ahmet Ağa, bir şey söylemek mecburiyetinde olduğunu anlayarak:
“Bak paşa hazretleri! Bunu önlemenin bir çaresi vardır. Amma sana söylesem, bunu yapamazsın” der… Talat Paşa’nın ısrarı üzerine: “O zaman ben yaşadığım hadiselerden elde ettiğim bir tecrübeyi size nakledeyim. Takdir sizindir” diyerek şunları söyler, “-Ben hayata çoban olarak başladım. Yıllarca çalışıp çırpınarak büyük bir koyun sürüsü meydana getirdim. Nihayet, gördüğünüz gibi yaşlandım. Bütün işleri çocuklarıma devrederek işten çekildim.
Aradan 2-3 gün geçti ki, çocuklarım yanıma geldiler ve dediler ki: “Baba, Sen hiç kurda koyun kaptırır mıydın?” “Hayır” dedim. Zira bizim sürü dağın yamacında mahfuz bir yerde geceliyordu. Onlar her gece kurda 1-2 Koyun kaptırdıklarını söylediler. Kendilerine: “Sürüde değişiklik yaptınız mı?” diye sordum. “Sen tecrübeli bir insansın. Bu sürüyü 4 zağarla (çoban köpeği) koruyordun. Biz bunu kâfi görmeyerek 4 yeni zağar daha aldık. Buna rağmen her akşam bir veya iki koyunu kurda kaptırıyoruz.” dediler.
Ben de onlara dedim ki; “Bu aldığınız yeni zağarları gece boyunca gözetleyin, bakalım ne göreceksiniz.”
Ertesi gün gelip anlattılar; Gece yarısına doğru vadiye bir kurt gelip ulumaya başlamış! Yeni zağarlardan biri sürüdeki yerini terk ederek vadiye inmiş! O dişi bir kurtmuş. Bizim zağar onunla oynaşmaya başlamış. Kurtlar iki taneymiş! Erkeği, o zağarın boş bıraktığı kısımdan sürüye saldırarak bir koyun yakalayıp vadiye götürmüş. Dişi kurtla işini bitiren bizim zağar yerine dönmüş.
Bu durumu öğrenince onlara dedim ki; “Bu zağarla kurt, daha evvel bulundukları bir sürüde bu işi yapmakta olmalıdırlar, onun kafasına sıkıp öldürün.”
Böyle de yaptılar fakat ertesi gün yeni zağarlardan bir diğerinin aynı işi yaptığını görmüşler. Bunu öğrenince dedim ki: “Yeni aldığınız zağarların hepsinin kafasına sıkın ve gözetlemeye devam edin.”
Bunu da yaptılar; fakat yine de kurda koyun kaptırmaktan kurtulamadılar. O zaman anladım ki, geldiği yerde bu işi yapan yeni zağarlar bizimkilere de bu işi öğretmişler; onlara da bu hastalığı bulaştırmışlar…
Onlara dedim ki; “Bizim zağarların da bu işi öğrendiği anlaşılıyor. Dört tane, hiçbir sürüde kullanılmamış yeni zağar bulun. Bunlar bizimkilerle bir araya gelmeden bizimkilerin hepsini öldürün ve sürüyü onlara teslim edin!
Bu suretle kurda koyun kaptırmaktan kurtuldular. Zannımca, Memleket idaresinin de bir sürü idaresinden farkı yoktur. Ben yaşadığım bu tecrübeden bunu anladım. Takdir sizindir.”
Bu olayı hayretle dinleyen Talat Paşa der ki: “Benim merak edip seni konuşturduğum gibi, Padişah da seninle görüşmek isterse bana anlattığın bu hikâyeyi sakın Padişaha anlatma!”
Erdoğan, AKP milletvekillerine: “Hepiniz çobansınız, hepiniz sürünüzden mesulsünüz” diyor. Demokrasilerde seçmen sürü veya kul değildir, vekil de çoban değildir. Kimse de sürü sahibi değildir! Seçmeni kul ya da koyun sürüsü olarak gören bir anlayış, seçmenden gerekli uyarıyı alır!
“Teşbihte hata olmaz.” Lakin bu benzetme biraz ağır kaçmış.