Ülkemiz ve şehrimiz Antalya için tarımın önemini anlatmama gerek yok sanırım.
Özellikle kış mevsiminde Türkiye’yi besliyor. Zira 500 bin dekarı aşan sera varlığıyla ülkemizin seracılıkta merkezidir.
Tarım, İlçemiz Döşemealtı için deyarattığı katma değer ve sağladığı istihdam ile oldukça stratejik bir sektördür.
Turizm ve sanayi üretiminin sağladığı gelir, tarımı geri plana itmiş gibi görünse de… Geleceğimizin bir ucu tarım sektörünün elindedir.
Antalya’da ekonomik konular gündeme geldiğinde hep 3 T dillendirilir. Tarım, Turizm ve Ticaret.
Tarım sektörü; yıllık 500 milyon doları aşan sebze meyve ihracatı ile ülkeye önemlioranda döviz girdisi sağlıyor.
Örneğin, Döşemealtı ilçemizde nar üretimi oldukça gelişmiş durumdadır ve üretilen kaliteli nar ile marka olunmuştur. Eski İhracatçılar Birliği Başkanı Mustafa Satıcı’dan aldığım bilgilere göre; Döşemealtı bölgesinde 500-600 bin ton nar üretilmekte, bu üretimin 75-80 bin tonu ihraç edilmektedir.
Bununla birlikte, bir yıldır ekonomiyi, sekteye uğratan korona salgını bu üç sektörü de vurdu. Antalya’da tarım sektörü diğer iki sektörle bağlantılı olduğundan, dolaylı da olsa iş ve üretimi olumsuz etkiledi.
Otellerin bir kısmı kapalıdır. Kafe ve restoranlar aylardır iş yapamaz haldedir.
Bu işletmelerimiz kira borçlarının yanı sıra, kredilerini ve vergilerini ödeyemez duruma düşmüşlerdir.
Turizm can çekişmekte… Ticaret feryat etmektedir. Bu işletmelerle bağlı çalışan tarım ürünleri ticareti de iyi gitmemektedir.
Çiftçi değilim. Yıllardır kamuda ve özel sektörde yöneticilik yaptım. Lakin çevremde çiftçilikle uğraşanların olması nedeni ile konuya kısmen de olsa yakınım.Ve çiftçinin sorunlarını biliyorum.
Toprağımız, tohumumuz ve ürünlerimizin stratejik bir anlamı olduğunu bilmek için kâhin olmaya gerek yoktur.
Eski tarım ürünlerimizin ithal tohumlar yüzünden tadı tuzu kalmadı.
Nerede ata tohumlarımız? Tarımda özümüzü yitirdik.
Mustafa Kemal ATATÜRK ” Milli ekonominin temeli tarımdır” demiştir.Lakin köyler boşalmış… Çiftçiler gerekli desteği göremediklerinden zora düşmüşlerdir. Çiftçinin çocukları kendi toprağını işleyeceği yerde, asgari ücretle otellerde çalışmaktadır.
İklim, su ve toprak verimi bakımından, Antalya bölgesi imtiyazlıdır. Buna rağmen tarımı teşvik edecek projeli çalışmalar görülmemektedir.
Köylüyü bilgilendirecek ve örnek olacak; verimli, modern, pratik tarım merkezleri var da biz mi görmedik?
Tarım politikalarının oluşturulması için, Antalya Valiliği tarafından, ‘Antalya Tarım Konseyi’ kurulmuştur.Tarımın sorunları ve getirilen öneriler dertlere deva olmuş mudur?
Keşke toplantı ya da grup çalışmaları ile iş bitse… Elde edilen sonuç çiftçiye göre “elde var sıfır…”
“Yevmel brifing ( Her gün toplantı), Mebrulen tahrirat (boş yazışmalar), Harfiyen itaat (tam itaat), Mafiş icraat (sıfır icraat)”
Olayın özeti budur.Ortada gerçekçi bir planlama yoktur. Sebze ve meyvede, üreticinin kullandığı tohum, fide, gübre, mazot, ilaç gibi aklınıza gelen her ürün ithalata dayanıyor. Ve pahalıdır.
Buna karşılık destek ve teşvik yeterince verilmemektedir. Verilen de doğru kişilere gitmemektedir.
Üretimin küçük ölçekte kalmasından dolayı bilinçsiz üretimin sorumluluğu ve enflasyonun yüksekliği çiftçiye yüklenmiş… İthal mallar ile tehdit edilir olmuştur. Üretici birlikleri ise çiftçinin haklarını savunmak şöyle dursun, evlere şenlik bir durumdadır.
Korona salgını ile tarım sektörünün önemi ve faziletleri tekrardan siyasilerce keşfedilmiş görünüyor.Yaşanan sıkıntılı süreç, iki sektörü kahraman yaptı: Sağlık ve tarım…
Sağlık ve tarım sektörleri gelişmeden, ülkelerin ayakta kalmalarının mümkün olamayacağı daha iyi anlaşıldı. Çünkü dünyanın nüfusu sürekli artıyor, ekilip-dikilen alanlar da sürekli azalıyor.Bir Çin sözü vardır : ‘Krizler Yeni Fırsatlar Doğurur.’ bu korona krizi de bizim yanlışımızı ortaya çıkarmış olsun!
Tarım üretiminde zorda ve darda kalan çiftçi, düşük fiyatla sattığı ürün ile hem zarar ediyor hem de maliyetin altında satışla emeğini heba ediyor.
Tüketici ucuz mu alıyor? Hayır. Çiftçi ve tüketici mağdur olduğuna göre karlı çıkan kimler?
Ürün yokluğu… Fırsatçıların varlığı…
Çiftçiye sahip çıkarak, hem üretimi artırmak hem de çiftçiyi fırsatçılara muhtaç etmemek mümkündür. Devlet, üretime, ekonomiye ve istihdama katkı sunmak zorundadır. Mutfakta yangın büyürse zararlı kim çıkar?
Tabi ki, siyasi iktidar…
Türkiye kendi kendine yeten ender ülkelerden biri iken, ithal mallar cennetine dönüşüvermiştir. Başka bir ifadeyle,Tarım Bakanlığı’nın uyguladığı yanlış politikalar yüzünden maalesef tarımda ithalatçı ülke haline geldik.Geçen yıl Tarım ithalatı 15 milyar doları aştı.Bu ürünlerin büyük kısmını içeride üretip ilaveten 1 milyon yeni istihdam yaratma imkânımız olduğu halde işin kolayına kaçılarak ve gümrük vergileri sıfırlanarak ithalat yapılıyor.
İthal ürünlerle yerli ve milli olunmaz!
Bu durum hem üreticimizin moralini bozarken hem de sürdürülebilir tarım konusunda bizi riskli bir duruma sokuyor.
Türkiye, hala toprağı bereketli ve suyu tüketilmemiş ülkeler kategorisindedir. Bu nedenle tarıma önem verelim.
Vakit geç olmadan!