Yıllardır birlikte yaşadığımız ve etkisinde kaldığımız bir örgüt var.
Her şeyimize karışır.
Nereye gidilir, nereye gidilmez o karar verir.
Giyim kuşama da…
Daha da ileri gidilir, evliliklerde bile ona sorulur.
Beton duvar gibi!
Yıkmak, her babayiğidin harcı değil.
Elalem…
İnsan, doğası gereği nefsinin okşanmasını ister, pohpohlanmayı sever.
Eleştirilerden çekinir, korkar.
Bu eleştiriler yaygın hale getirilirse, psikolojik anlamda yıkım yaşar.
Sonrasında çöküş ve stres.
Zengin mahallesine bir bakın!
Gücü aşan düğün nişan masrafları…
Pahalı marka kıyafet ya da eşya alımları…
Lüks araba tutkunluğu…
Sevmediği halde davet etmek zorunda olduğu kişiler…
Hep “elalem ne der” çılgınlığıdır.
Sadece para harcatmaz, doğacak çocuğa bile karışır.
Yeni evlenen bir çifte bir süre sonra, “ kızım niye çocuk yapmıyorsunuz?
“Elalem ne der.”
Sözünü büyüklerden duymaz mıyız?
Anne ve babalar; evladının işlediği günahtan değil, çevrenin tepkisinden korkar.
“Elaleme beni rezil ettin.”
“Elalem ” diye bir put yaratılmış…
Herkes ondan korkuyor.
Tir tir titriyor.
Kim kuruyor, örgütlüyor, büyütüyor bu örgütü?
Sen, ben, biz, onlar…
Sonra da başa çıkılmaz hale gelince şikâyet ediliyor.
Dindar kesimde içki içenlerin saklı içmeleri…
Flört eden iki gencin suç işlemiş gibi gizli gizli buluşmaları…
Bir genç kızın başörtüsü takıntısı ya da tersi…
Hep elalemin sorunudur.
Kendi tercihi olsa sorun yok ama elalem işe karışınca…
Ne özgürlük kalıyor ne de huzur.
“Ben inandığım gibi yaşarım” ya da ‘‘Ne derlerse desinler…”
diyen kaç kişi çıkar.
Öyle kolay değil.
İnsan yaşamında toplum ve çevre önemlidir.
Çevrenin dayattığı bir yaşam tarzının varlığı da inkâr edilemez.
Mahalle baskısı…
Tabi ki toplum kurallarına aykırı davranıp, yaşamı çekilmez kılmanın bir anlamı yoktur.
Anarşist ruhlu, isyankar, kural tanımaz…
Olmak da çare değil.
Özgür ve inandığın gibi yaşamak başka, yıkıp yakmak başkadır.
“Çarşı her şeye karşı” misali…
Önemli olan kendin olabilmektir.
Burada kastedilen konu, başkalarının dedikleri üzerine kurulu bir hayat yerine, insanın kendi mutluluğu için yaşamayı ilke edinmesidir.
Kendi istek ve ihtiyaçlarının ne olduğunu belirleyememiş bir insan…
Mutsuzdur.
Ve aslında kendi hapishanesini kendisi inşa eder.
“Çevre ile barışık olalım”, “Kimse hakkımızda konuşmasın.”, “kimse tepki göstermesin…” vs.
Yok, böyle bir dünya…
Bunların hepsi, hesap vermekten kaçmaktır.
İyi insan olmaktan ziyade, iyi insan görünmek…
Beklentilere göre yaşamaktır.
Sevgili dostlar…
El ne derse desin, vicdanınız ne der ona bakın.
***
Nasrettin hoca bir gün köyden şehre eşekle gitmektedir.
Eşeğe oğlunu bindirmiş, kendisi eşeğin yularından tutmuş yürüyor, biraz gittikten sonra yolda iki kişi bunlara bakıp gülüyor.
“Baksanıza genç delikanlı eşeğe binmiş yaşlı adam yürüyor bu olacak iş mi?” diyorlar.
Bunun üzerine Nasrettin hoca oğlunu eşekten indirip kendisi biniyor, biraz daha gittikten sonra bu sefer karşılarına çıkan biri;
“Yuh olsun be, bacak kadar oğlan yürüyor, kazık kadar adam eşeğe binmiş, insan sakalından utanır” diyor.
Bunun üzerine Nasrettin hoca eşekten iniyor ve yürümeye devam ediyorlar.
Biraz daha geçtikten sonra yine köylünün biri;
“Bunlarda da akıl var mı, insanlar eşeği yanlarına ne için almışlar acaba? Koca iki adam yürüyor eşek boşta anlamadım gitti” der.
Bunun üzerine Nasrettin hoca oğluyla beraber eşeğe biner, az zaman geçtikten sonra yan kahvehanelerden birinden şu ses yükselmiş;
“Şu zalimlere bakın zavallı hayvana iki kişi biner mi? bunlar ne biçim insan…”
Ve bunun üzerine Nasrettin hoca bir la havle çekip;
“Oğlum gördün mü insanların ağzı torba değil ki bağlayasın, herkes istediğini söyler biz en iyisi bildiğimiz gibi yapalım.”