Hacı Bektaş-ı Veli : “Eline, beline, diline sahip ol” demiş. Lakin toplum olarak değerlerimize sahip çıkamadığımız gibi uygulamada da sınıfta kaldık.
Söylem var eylem yok. Bu konuda güzel bir atasözümüz de vardır. “Lafla peynir gemisi yürümez” diye. İşimiz gücümüz laf ebeliği…
Toplum giderek bozuluyor. Hırsızlıklar… Yolsuzluklar… Çıkar ilişkileri gazete manşetlerinden düşmüyor. Elimize sahip çıkamıyoruz!
“Devletin malı deniz, yemeyen domuz” gibi, ne amaçla söylendiği belli olmayan atasözleri altın çağını yaşıyor. En çok da kamu malları har vurup harman savruluyor. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı olduğu halde, kamu malları kapanın elinde kalıyor.
“Ye Memed Ye!”
İslam Tarihi’nde kamu malı kullanmanın hassasiyetini gösteren güzel bir hikâye vardır: “Hz. Ömer halife iken, bir gece makamına ashaptan biri gelir ve selam verip oturur. Fakat selamı alınmaz. Hz. Ömer önündeki işle meşguldür ve konuk merak içinde bekler.
İşini bitiren Hz. Ömer, önünde yanan mumu söndürdükten sonra ikinci mumu yakar ve konuğunun gözlerinin içine bakarak “Aleyküm selam…” der.
Konuğu sorar: “Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın ve bir mumu söndürüp diğer mumu yaktıktan sonra konuşmaya başladın?”
Hz Ömer cevap verir; “ Evvelki mum devletin hazinesinden alınmıştı. O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mesul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için, kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra seninle konuşmaya başladım.”
Sahabenin gözleri yaşarır, ellerini kaldırarak şöyle dua eder; “Ya Rabbi! Hz Ömer’i bizim başımızdan eksik etme.”
Günümüzde Ömer’ i sevdiğini söyleyenler veya Ömer’in adaletinden bahsedenler uygulamalarını neden örnek almaz?
Sorgulanması gereken konu budur.
Diğer bir konu dilimize sahip çıkamıyoruz! Başta siyasette olmak üzere öfke dili toplumun tüm katmanlarını sarmış. Küfürler, hakaretler, aşağılama ve ötekileştirmeler…
Gırla gidiyor. “Şerefsiz, namussuz, hadsiz, din düşmanı, hırsız…” ne ararsan var.
Belden aşağı vurmalar ise tama bir magazin. Hiçbir şey bulamazsak milletin uçkuru ile uğraşır, günlerdir kamuoyunu meşgul ederiz.
Hacı Bektaş-ı Veli : “Eline, beline, diline sahip ol” demiş. Bu sözler günümüzde kullanıldığı anlama geliyor olsa da, aslında başka bir derinlik içerir.
Hacı Bektaş-ı Veli dönemi, Anadolu’nun Moğol istilası ile yanıp kavrulduğu, ihanetin, kahpeliklerin kol gezdiği bir dönemdi. Konya’daki Selçuklu sarayı Moğolların kuklası haline gelmiş, Moğol istilasına direnen, örgütlenen Yörük-Türkmenler, devlet eliyle katledilir olmuştu.
Karamanoğlu Mehmet Bey, Selçuklu sarayının Farsçayı resmi dil yapmasına karşılık; “Bugünden sonra divanda, dergâhta ve bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır” deme yiğitliğini göstermiştir.
Bu yiğitlerden birisi de hemşerim, Ahi Evran’dır.
İşte, Hacı Bektaş Veli’nin bu sözlerinin altında bir milletin kavgası ve bir milletin mücadelesi yatar.
“Eline sahip çık” ifadesindeki, “el”, “İl’dir. Yani vatandır… İline vatanına sahip çık demiştir.
“Beline sahip çık” ifadesindeki, “bel”, “toprak” tır… Toprak, Türk milleti için kutsaldır. Toprak bellenirse yani işlenirse ürün verir. İşini, toprağını boş bırakma, uğraşından geri kalma, toprağını işle, toprağına sahip çık demiştir.
Biz ne yaptık? Toprakları betona suyu kirlenmeye terk ettik.
“Diline sahip çık” ifadesindeki, “dil”, ağzımızın içindeki organ değil, konuştuğumuz dildir, lisandır. Lisanına, güzel Türkçemize sahip çıkın ki, Farsçanın resmi dil olması karşısında dilimiz, lisanımız kaybolmasın demiştir.
Bu sözün derin ve gerçek anlamı budur.
Her şeyde olduğu gibi bu söz de basite indirgenmiştir. Birçok kişi bunun anlamını yüzeysel bilir.
Bu sözü doğru anlayanlardan birisi de, Atatürk olmuştur. Vatanına, toprağına ve diline sahip çıkmak adına, milli mücadeleyi başlatmıştır.
Gerçek lider kolay olunmuyor.
Hoşça kalın.