Mevlana, Din ve tasavvuf âlimidir.
Ölümünden sonra yaklaşık sekiz yüzyıl geçmesine rağmen, felsefesi unutulmamıştır.
Bunun nedeni, düşüncelerinin evrensel olması, İnsanları hoşgörüye ve kardeşliğe çağırmasıdır.
“ Gel gel yine gel, ne olursan ol yine gel.
Yüz kere eğer tövbeni kırsan yine gel.”
Deyişi çok ünlüdür.
Hayatını; hamdım, piştim, yandım kelimeleri ile anlatmıştır.
Mevlana’nın dilden dile dolaşmış, önemli miraslarından biri, yedi öğüdüdür.
Bu yedi öğüt, gerek ferdi, gerekse toplumsal, pek çok problemin reçetesidir.
Bu yedi öğüdü, bazı istisnalar dışında İslam dünyası nasıl anlamıştır?
Birlikte bakalım.
Birincisi, “Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.”
Durumu iyi olan Müslümanlar muhtaç olanlara ölçüler dâhilinde, Allah rızasından başka bir gaye gütmeden yardım ederler!
O nedenle, Müslümanlar birbirleri ile barışıktır!
“Zenginlik, kendisine sahip olana ya hizmet eder ya da hükmeder.”
Zengin Müslüman liderlerin para pul işi hiç olmamıştır!
Onlar parayı hizmet etmesi için elde etmiş, paranın hükmetmesine müsaade etmemişlerdir.
Dinimiz kazancınızın zekâtını fakire verin dediği için…
Müslüman ülkelerde fakir kalmamış…
Karınlar tok, sırtları pek tutulmuştur.
Gelir dağılımında adaletsizlikler…
Bal tutanların parmağını yalamaları…
Asla olmamıştır.
Cömertlik ve yardımseverlikte birbirleri ile yarış başlamış…
Akarsu gibi dağ tepe aşıp, denize dökülmüşlerdir.
Ramazan ayında dağıtılan paketleri…
Verilen iftarları…
Yiyecek ve giyecek yardımlarını…
Şova dönüştürmemişler hatta kimliklerini saklamışlardır
Dolayısıyla fakir de rencide edilmemiştir.
Birileri yatta, sarayda yaşarken…
Kuş sütü eksik sofralarda, israfın sınırını aşarken…
Binlerce Müslüman açlık ve sefaletten ölmemiştir.
İkincisi, “Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.”
İslam dünyasında herkes birbirini sayar ve sever. Çünkü din kardeşidirler.
Öyle şefkatli ve merhametlidirler ki, çocuklarda ağır depresyon görülmez.
İçedönüklük ve saldırganlık gibi olumsuz davranışlara nadiren rastlanılır.
Suç oranları düşüktür.
Kan, gözyaşı, ölümler…
Acımasız infazlar…
Kadına şiddet…
Açlık ve savaş…
Müslüman ülkelerde yaşanmamaktadır.
Çocuklar mutlu, anne ve babaları savaşta ölmediği için gelecek için umutludurlar.
Üçüncüsü, “Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.”
Gece de olunur, gündüz de… Yeter ki inancın gereği olsun.
Harfiyen uyarlar.
Müslüman ülkelerde hiç kimse birbirinin kusurunu araştırmaz!
Araştıranlar ayıplanır, toplumdan dışlanır.
Başkalarının kusurlarını araştırmaktan ziyade, kendi hata ve kusurlarını görerek düzeltir.
Siyasilerimiz ise topluma örnek…
Dinleyin TV haberlerini hiç birbirlerinin kusurunu söylüyorlar mı?
Dedikodu bilmezler, başkalarına kara çalmazlar, kötülemezler ve haksız yere suçlamazlar.
Hakaret de yok, aşağılamada…
Medenice tartışırlar.
Kötülüğe bile iyilikle mukabele ederler.
Vatandaş fikirleri öğrenir, oyunu özgür iradesi ile verir.
Dördüncüsü, “Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.”
Hiddetlenme, kin, düşmanlık ve intikam hisleri doğurur.
Bu nedenle kızgınlıkla yapılan işler zarar verir.
Bağırmak çağırmak, öfke ile konuşmak…
Hiddetlenmek…
Sinirlenmek…
Kırıp, dökmek…
Ne toplumumuzda ne de Müslüman liderlerimizde var!
Toplum da bazı kişiler hiddetlenirse ya da gergin hale düşerse…
Yöneticiler, hiddet ve asabiyette ölü gibi olurlar.
Onları gören toplum yatışıverir.
Müslüman toplumlar çok sakindir. Birbirlerini kırmamaya çok özen gösterirler.
Kardeş kardeş yaşar giderler.
Yalan dünya…
Beşincisi, “Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.”
Tevazu ve alçak gönüllülük bir insani davranıştır.
İslam’da böyle olmayı emreder.
İnsandaki benlik duygusu, irade ve aklın kontrolünden kurtularak azgınlaşırsa, büyüklük hastalığı başlar.
Müslüman yöneticiler; mevki makam yükseldikçe büyüklenmez, gururlanmaz, gönül desen hiç kırmaz.
Kibri bir tarafa bırakıp, gönül erliği yaparlar.
Halka karşı daima iyi ve saygılı davranırlar.
Mevlana gibi, “ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! / Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir” derler.
İlahi aşkla arınmışlardır.
Öyle tevazu sahibiler ki “Hakk’a bağlanan gönül muteberdir” inancıyla yaşarlar.
Hem sözde hem de özde…
Derviş misali.
Altıncısı, “Hoşgörülükte deniz gibi ol.”
Deniz de ne ki, okyanus oluruz.
Kendini ve kendi düşüncelerini beğenmek…
Farklı düşünce ve inançlara şüphe ve küçümseme ile bakmak…
Nefret, kin tutma, katılık affetmeme tutumu…
Müslüman ülkelerde ve Müslüman liderlerde çok yaygın değildir.
Hoşgörü hâkimdir.
Dünyanın unuttuğu hoşgörüyü, Mevlana’nın öğüdünü tuttuğundan dolayı Müslüman ülkeler kazandı.
En çok da İnsanlığı anladı.
Dil, din ve ırk farkı gözetmeden…
Tıpkı Voltaire gibi düşünür Liderler…”Senin fikirlerini beğenmiyorum, fakat onları savunmana engel olacak kimselerle ölesiye savaşmaya hazırım.”
Öyle olmasa sosyal barış sağlanır mı?
Bakın İslam ülkelerine…
Ne kadar huzurlu…
Biz gönüllere değil, duvarlara ve taşıtlara yazmadık mı?
“Huzur İslam’da… “
Bunun içindi.
Yedincisi, “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”
Davranış ile sözün birliği dürüstlüğün nihai noktasıdır.
O nedenle, İçimizde bir dışımızda…
Riyakâr ve içten pazarlıklı olmak…
Başkalarına özenmek…
Samimiyeti yitirmek…
Güvensizlik ve eziklik duymak…
Çıkarı için renkten renge girmek, çıkar ve yarar sağlayacak olanlara, aşırı saygı-hayranlık göstermek…
Kendi havyar yerken, halka kuru ekmek yediklerinde şükretmeyi tavsiye etmek…
İslam ülkelerinde yok denecek kadar azdır.
Kadı kızında da olur o kadar kusur.
Hiç yalan söylemeden, aldatmadan, göz boyamadan ülkeleri yönetmek kolay mı?
Bence Müslüman ülkeler bu yedi öğüdü tuttu ve başardı.
Ya sizce?